SAYI 13 / KAPAK SÖYLEŞİSİ / AV. BAHAR VAROL (H+ EDİTÖRÜ)
Yayınlanma Tarihi
H+ Dergi’nin 13. sayısının kapak röportajını bir video ile taçlandırmak istedik çünkü hem sevgili dostum hem başarılı Avukat Eren Kurşun bugün bizimle.
Merhabalar Eren, hoş geldin öncelikle.
Sen de hoş geldin. Hoş bulduk.

Kapak röportajının video kaydına ulaşmak için aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz.
Nasılsın, her şey nasıl gidiyor?
İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?
Teşekkürler, iyiyim ben de. Şimdi öncelikle tabii ben seni çok iyi tanıyorum yıllardır. Çok da beraber iş paslaşmalarımız oluyor, iş birlikteliklerimiz oluyor. Ama bir taraftan da bu yükseliş sürecini bir dostun olarak gururla takip ettim. Öncelikle yönetici ortaklığa gelmeden önce eğitim hayatını dinleyelim isterim.
Tabii. 2000 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi’nden mezun oldum. Ondan sonra Bilgi Üniversitesi’ne gitmek istedim, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesine. Kazandım da. 2004’te Bilgi’den mezun oldum. Çok severek mezun oldum. Farklı bir öğrenciydim. Hukuku çok seviyordum, hala çok seviyorum, orada bir değişiklik yok. Ama şöyle ki; ilk iki sene 38 saat ders olurdu, dersler 5 gibi biterdi ve gecenin 10’una, 10.30’una kadar kütüphanede kalırdım genelde. Son iki seneyi de okula gidip, biraz derslere girmeyerek fakat makale yazarak, kitap okuyarak geçirdim. Hani derse girmiyorsan gez bari değil mi? Makale yazmak nedir? Bu şekilde çok severek bitirdim.

Hocalar ile aran nasıldı?
Ben hocalarımı çok sevdim. Sağ olsunlar, geçen senelerde bana mezuniyet töreninin açılış konuşmasını yapma şansı verdiler…
Ne güzel…
Hayatımda en gurur duyduğum şeylerden biridir hala. Orada da söylemiştim; Bilgi’nin eğitim anlayışı çok güzeldi. Biz hocaların odasına istediğimiz zaman girebilirdik; bizi hep desteklerlerdi; oturup şakalaşırdık; anlatırlardı, dinlerdik. Hakikaten çok rahattım ben orada, kendim olarak çok rahattım. Dediğim gibi, hukuku çok seviyordum. Elimden geldiğince; bir üniversite öğrencisinin elinden geldiğince, ilerlemeye çalıştım ve orada da hep çok destek buldum. Gül Hoca, Yeşim Hoca sağ olsunlar zaten çok büyük hocalar. Hep de arkamda durdular. Hiçbir zaman, odalarına girdiğim zaman “Nereden çıktı yine bu Eren!” demediler.
Kaç senede bitti Eren?
4 senede bitti. Bir tek hukuk felsefesinden ikmale kalmıştım, onu sevemedim, hakikaten, yapacak bir şey yok. Bir de miras hukuku sınavından önce sabaha kadar PlayStation oynadığımız için; ikmale kalmadım ama zorlanmıştım. Onun dışındakiler rahat geçmişti. Çalışmaya başladıktan sonra; zaten onları da konuşuruz; M&A yapmaya başladım. Hala da M&A yapıyorum.

Evet onu soracağım; ilk stajla birlikte çalışacağın alanı M&A olarak belirlemiş miydin? Yoksa nasıl şekillendi?
İlk mezun olduğumda, başvurduğum hemen hemen hiçbir büro beni almadı. Sağ olsun bir iki tane benimle çalışmak isteyen büro çıktı. Ben de tesadüfen o zamanlar deniz hukukunu çok istiyordum. Üniversite hayatım boyunca her sene farklı bir sevdam oldu. Birinci sene devletler kamu hukukunu çok sevdim; çok okudum; çok çalıştım. İkinci sene ceza genele bayılıyordum. O zaman sorsanız kesin ceza hukukçusu olacağım derdim. 3. sınıfta rekabet hukuku sevdam vardı. Hatta 3. sınıfın yazında rekabet hukuku stajı yaptım. 4. sınıfta da kesin deniz ticaret hukukçusu olacağım diyordum, yani aklımda hiçbir zaman M&A avukatı olmak yoktu. Mezun olduğumda çok da iyi bir büroda deniz ticaret hukuku yapma şansı buldum, çok da iyi gidiyordu her şey ama bir sonraki bürodan teklif gelince “Hayır” diyemedim açıkçası. O büroda da çok kesin ayrımlar yoktu. Yani birkaç tane hukuk dalı vardı; dava avukatlığı yapılıyordu, birleşme devralmalar yapılıyordu, halka-arz ve banka-finans yapılıyordu. Biz de her işe koştururduk. Hani, “Eren M&A’ci” gibi bir şey yoktu. Birazcık banka-finans yaptım, halka-arz da yaptım ve onlardan keyif almadım. M&A’yi çok sevdim; hala çok seviyorum. Herhalde keyif aldığım için daha da çok ilgilendim ve daha da çok yaptım. Hayatımda M&A dışında pek bir şey yapmadım o zamandan beri.
Üniversite hayatım boyunca her sene farklı bir sevdam oldu. Birinci sene devletler kamu hukukunu çok sevdim; çok okudum; çok çalıştım. İkinci sene ceza genele bayılıyordum. O zaman sorsanız kesin ceza hukukçusu olacağım derdim. 3. sınıfta rekabet hukuku sevdam vardı. Hatta 3. sınıfın yazında rekabet hukuku stajı yaptım. 4. sınıfta da kesin deniz ticaret hukukçusu olacağım diyordum, yani aklımda hiçbir zaman M&A avukatı olmak yoktu. Mezun olduğumda çok da iyi bir büroda deniz ticaret hukuku yapma şansı buldum, çok da iyi gidiyordu her şey ama bir sonraki bürodan teklif gelince “Hayır” diyemedim açıkçası. O büroda da çok kesin ayrımlar yoktu. Yani birkaç tane hukuk dalı vardı; dava avukatlığı yapılıyordu, birleşme devralmalar yapılıyordu, halka-arz ve banka-finans yapılıyordu. Biz de her işe koştururduk. Hani, “Eren M&A’ci” gibi bir şey yoktu. Birazcık banka-finans yaptım, halka-arz da yaptım ve onlardan keyif almadım. M&A’yi çok sevdim; hala çok seviyorum. Herhalde keyif aldığım için daha da çok ilgilendim ve daha da çok yaptım. Hayatımda M&A dışında pek bir şey yapmadım o zamandan beri.
Peki burası, stajınla birlikte sayarsak, kariyerinde üçüncü ofisin mi?
Evet, üçüncü ofisim…
Ve şu anda burada yönetici ortak olarak devam ediyorsun.
Evet…
Bunun özel bir durumu var diye biliyorum, yaşın itibariyle…
Evet. Yani şöyle; buradaki her durum özel, burada özel olmayan bir durum yok. Bizim burada çok özel bir ilişkimiz var. Anlatmak gerçekten çok zor. Çünkü dışardan baktığınız zaman insanlar, çok büyük bir avukatlık bürosu görüyor.
Bu ay 10. yılım doluyor burada. Ben buraya geldiğim ilk günden beri, İsmail Hoca’yı her gördüğümde sarılıyorum. Biz her gün birbirimize sarılırız. Erdal Ağabey ile, Yalın ile her gün sarılırız. Benim için burada en özel olan şey bu. Yani bu kadar zor bir işte çalışırken, nasıl bu kadar…
Aile olunabiliyor…
Nasıl böyle bir ortam olabiliyor! Bunun kıymetini biliyorum.
Tabii burada benim yönetici ortak olmam, inanılmaz bir şey bence. Çünkü bu ofisin mazisine baktığımız zaman, burası şöyle bir yer değil, hani yedi jenerasyon aileden kalmış veya birisi gelmiş; kurmuş ve gitmiş. Burası, İsmail Hoca’nın, 33 yaşında İngilizce bile bilmeden, kokoreççinin üstünde kurduğu bir büro. Çok tırmalayarak ve çok zorlanarak gelmiş buralara ve hala İsmail Hoca çok genç, 57 yaşında; hala işinin başında ve her gün ofiste. Hani “unumu eledim, eleğimi astım” gibi bir durum yok. Yani çok şaşırtıcı olan şu: bir insanın, bir büroyu, kokoreççinin üstündeki dükkandan alıp, bu seviyeye getirebilecek, heves, hırs ve güce sahip olup, buna rağmen, kendi kendine başkasına devredecek olgunluğu göstermesi inanılmaz bir kombinasyon ve aslında burayı ne kadar çok sevdiğini gösteriyor…
Aslında bunu büyüten de paylaşarak ilerleme düşüncesi, değil mi?
Evet, evet…
Bunu daha önceki bir söyleşimizde de konuşmuştuk seninle, İstanbul Üniversitesinde. O ego, tek adamlılık birçok hukuk bürosunun düştüğü yanlış. Dolayısıyla bu aile ortamı aslında sizi güçlendirerek de büyüten temel unsur.
İlginç bir şekilde, çok farklıyız İsmail Hoca ile; gittiğimiz okullar ve karakterlerimiz çok farklı ama birçok konuda da çok benzeriz. Onlardan bir tanesi de şu, ikimiz de “burası bir gün ben olmadan da yürüyebilir” düşüncesindeyiz.
İsmail Hoca’nın bu düşünceyi en güzel gösterdiği ve uyguladığı örnek benden yönetici ortak olmamı rica etmesiydi. Ben de günü geldiğinde, bunu benden daha iyi yapacağını düşündüğüm bir arkadaşıma çok severek emanet edeceğim.
Benim yönetici ortak olmak gibi bir isteğim yoktu. Ben olduğum bütün kurumlarda daha iyisini vermeye çalıştım ve daha iyisini yapmaya çalıştım; kendim için, kurum için, etrafım için. Bunun da karşılığını aldım, tabii artık burada öyle bir gönül bağı oldu ki; hani “ofisi sen mi kurdun, İsmail Hoca mı kurdu?” diye sorulduğunda, “vallahi ikimiz de kurduk” ben öyle hissediyorum.
Çok güzel…
Yani buranın bir evladı oldum. Onun için günü geldiğinde, ben de çok büyük bir gururla inşallah başka bir arkadaşa bırakacağım.
M&A, merak edilen bir alan. Çok fazla yapabilen, bu alanda başarılı olabilen hukukçu da yok Türkiye’de ve İstanbul’da. Dolayısıyla; hani kolaylığı şudur, zorluğu budur diyebileceğin şeyler nelerdir M&A’de?
Kolaylığı hiç yok. M&A hakkında hiçbir şey kolay değil, onu söyleyebilirim. Bunun yanında güzel yanı çok. O güzel yanlar, zor yanlarını bir tık daha çekilebilir hale getiriyor. Beni de herhalde M&A’ye bu kadar bağlayan budur.
Aslında çoğu iş birbirine benzer ama M&A hep farklıdır: farklı insanlar tanırsınız; her yeni bir şirket alınacağı veya satılacağı zaman yeni bir müvekkiliniz olur; yeni bir işi anlamanız gerekir çünkü o şirketi alacaksanız ya da satacaksanız; şirketi anlamanız lazım önce. Yoksa, yarım M&A yaparsınız. Evet, tabii ki bir kısım kendini tekrar ediyor ama M&A’de mesela “bir tane matbu bir sözleşme var, işte iki satır düzenleme yaparız” yoktur, her şey yenidir. Kendinizi geliştirmenin sınırı yoktur M&A’de.
Bir kere borçlar hukuku ve ticaret hukukunu çok iyi bilmeniz lazım. Ne yazık ki bu işler hızlandıkça; müvekkiller, bazen avukatları daha düşük bütçelere ittikçe, avukatlar hukuk bilgisinden ödün veriyor. Gerçekten de başınıza bir tahkim gelmedikçe “vallahi böyle de oluyormuş” diyorsunuz. İşte o seviyede kendini tutmak zor…
Bir insanın, bir büroyu, kokoreççinin üstündeki dükkandan alıp, bu seviyeye getirebilecek, heves, hırs ve güce sahip olup, buna rağmen, kendi kendine başkasına devredecek olgunluğu göstermesi inanılmaz bir kombinasyon ve aslında burayı ne kadar çok sevdiğini gösteriyor.
Güncel tutmak zorundasın diyorsun..
Güncel ve bunun yanında M&A’de şöyledir: borçlar hukuku ve ticaret hukuku çok iyi bilmeniz gerekir, öyle “eh işte” değil, çok iyi bilmeniz gerekir. Buna ek olarak diğer yan hukuk dallarını da bilmeniz gerekir: davaların nasıl yürüdüğünü, usul hukuku, iş hukuku, rekabet hukuku, vergi hukukunu bilmeniz gerekir. Bunların hiçbirini müthiş seviyede bilmenize gerek yok ama en azından doğru soruları sorabilecek kadar bilmeniz gerekir.
Ben bir de M&A avukatı olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesinde MBA yaptım. Kimse bana “Eren, MBA yap, seni şuraya terfi ettirelim” demedi. Benim oradaki derdim biraz daha muhasebe öğrenmek; finans öğrenmekti. Mesela dünyada çok yerleşmiş pazarlama stratejileri var; “bunların hangilerini benim bulunduğum büroya uygulayabilirim?” ve “uygulayabilir miyim?”, dolayısıyla iyi bir M&A avukatının bunları da bilmesi lazım. Olay gittikçe zorlaşıyor, fark ettiysen.
M&A projeleri her zaman çok hızlı ve çok yoğun olur. Sabahlarsın, gerektiğinde 36 saat odadan çıkmazsın.

Ciddi bir süreç yönetimi bu, bir taraftan da, müzakere etmek; empati yapmak, bu senin bence çok da başarılı olduğun bir alan…
Evet, benim en sevdiğim kısım bu.
Çünkü sen insan ilişkileri çok iyi bir avukatsın. Bu da hem müvekkillerinin konforlu ve güvende hissetmesini sağlıyor hem de süreçleri kolaylaştırıyor diye düşünüyorum…
Evet…
Çünkü uzlaşmanın teknik bilgi, çıkarlar ve menfaatler tarafı var ama müzakere sürecini iyi finalize ettiğini bilmeleri, bence, müvekkillerine güven veriyor. insan ilişkilerini sevdiğin için bence bunu çok iyi yapıyorsun.
Çok seviyorum. İnsanlar müzakere konusunda kendilerini biraz fazla zorluyor: çok fazla şey kazanmaya çalışıyorlar; müzakere öyle bir şey değil. İki insan birlikte bir iş yapmaya çalışıyor ve siz de müvekkilinizi koruyarak, o işi oldurmaya çalışıyorsunuz. Zaten olayın çıkış noktası, iki insanın birlikte iş yapması, dolayısıyla bunu kavgaya; gürültüye çevirmenin gereği yok ama yine insanların kolayına geldiği için atladığı şey şudur; Müzakereye girmeden önce hazırlığın %80’i, %90’ı bitmiş olur zaten. Nasıl? İşi anlamanız lazım.
Seninle daha önce de konuşmuştuk, şimdi 10.000 Liralık telefonuma biri 50.000 Lira teklif ederse, “Hemen al! Ne müzakeresi, al hemen al!” derim. 5.000 Lira teklif etti diyelim ve diyor ki “Camı kırık olursa vs. tamir ettirirsin”, ya kardeşim 10’luk telefonu 5’e alıyorsun! Şimdi birincisi; birçok avukat işin dinamiğini tam anlamadan müzakereye giriyor. Senin müvekkilin o işi almaya muhtaç mı ya da satmaya muhtaç mı yoksa tok satıcı mı? Çoğu insan bunun bilgisini tam almadan müzakereye giriyor. Onun dışında yine çok düşülen bir hata: müzakeresine girdiğiniz dokümanı satır satır, virgül virgül, bilmeniz gerekir çünkü bir şeyi aldığınızı zannedersiniz, bir yerde çok daha fazlasını veriyorsunuzdur. Ben mesela on dakika dokümana bakarak müzakere edebilirim ama doğru olmaz; bir şeyler kaçar aradan; %90’ı tuttururum da, yine de bir şeyler kaçar. Öyle ki kısa zamanda makul bir iş yapmanın tadını alınca, insanlar hazırlıktan biraz ödün vermeye başlıyor. Aslında müzakereye girmeden önce kafanızda işin çoğu kısmını bitirip; planını kurmanız lazım.
Bence bu senin tavrın ve tarzın, benim de bu işi yaparken uyguladığım şey. Fakat bazı meslektaşlarımızı ters köşe yapabiliyor. Egoları yüksek ve işte koparacağız bu işi diye masaya oturduklarında. Aslında çok insani, çok anlayan, karşı tarafı ne hissettiğini çok iyi bilen biri…
Kursaklarında kalıyor..
Evet, o çok kursaklarında kalıyordur diye düşünüyorum seninle yapılan müzakere süreçlerinde.
Evet. Ben ona girmiyorum. Bazen girmem gerekiyor bu arada, yapacak bir şey yok ama genelde ben ona girmiyorum; gerek yok çünkü meslektaşız. Bugün bu işi yapacağız; 3 ay sonra bir daha masada karşı karşıya geleceğiz belki. Ben hep şöyle düşünürüm; odanın girişinde hayali bir askı var, egonu o askıya asıp odaya öyle girersin; çıkarken istersen tekrar giyersin ama o odada, o egonun olmaması lazım.
Evet, doğru. Peki, mesleğe yeni başlayan meslektaşlarımız; “M&A yapmak istiyorum”, “Ne yapayım? Nasıl başlayayım? Ne önerirsiniz?” diye sorsalar, ne gibi tavsiyelerin olur?
Çok şey var. Ben vallahi üç saat nasihat verebilirim bu konularda. Bir kere, M&A yapmak istiyorsunuz da M&A’in ne olduğunu tam anladınız da mı istiyorsunuz? İlk başlarda, ne istediğini anlamaktan ziyade ne istemediğini anlamak bence daha önemli. Ben o kısmı çok şanslı geçirdim. İlk başlarda ne istemediğimi çok net anladım.
Bazen şöyle oluyor: “Ben mutlaka bunu yapmak istiyorum” diyen adaylarla çok karşılaşıyoruz. Tamam, onu yapan bir-iki tane iyi büro var, oralarda yer bulamadın, ne yapacaksın? Bir şey yapmayacak mısın? Veya bu avukatlıkla ilgili bir şey değil, yöneticilikle ilgili bir şey, bazen üstünüzdeki insanlar, sizin gelişiminize o kadar önem vermediği gibi bazen gelişmemenizi tercih ediyor
Tehdit olarak görüyorlar…
Evet. Dolayısıyla ben kafaya takmışım M&A’yi ama beni gerçekten destekleyecek, yükseltecek bir ortamda, başka bir hukuk dalında çalışmak benim için daha iyi.
Ben hayatımda hiçbir zaman M&A yapmayı istemedim zaten; yapacağım dediğim hiçbir şeyi yapmadım. Bütün bunları yaparken en nefret ettiğim ders ticaret hukukuydu; ticaret hukukunun ortasına düştüm, dolayısıyla böyle şeyleri daha yolun başında çok da planlamamak lazım.
“İyi bir avukat olmak için neler yapmaları lazım?” diye soracak olursan, anlatacak çok fazla şey var. Birincisi çalışmayı bırakmamak lazım: bazı işleri çok kolay başarıyorsunuz, o da sizi zehirliyor; “Bu kadar da çalışmama gerek yokmuş” diyorsunuz. O tuzağa düşmemek lazım. Aslında, avukatlar da birer bebek gibi hepsi yola iyi başlıyor, sonrasında, yavaş yavaş bir şeylerin daha kolay olduğunu, daha karlı olduğunu gördükçe yoldan ayrılmaya başlıyorlar. O tuzaklardan çok var, onlara düşmemek lazım. Yalan söylememek lazım. Yalan çok tehlikeli bir şey, alışınca çok kolay gelir, bırakamazlar da ondan sonra.
Öğlen vakti ofisinize gelen bir insana “Aç mısınız?” diye sormakta bir sakınca yok veya birisi, müzakerede sizden bir şey istediği zaman, “Hayatta vermem!” demek yerine, “Niye bunu istiyorsunuz?” hani “Onun yerine verebileceğim başka bir şey var mı?” diye de sormak gerekir.
Bilinenin aksine aslında dürüst avukatların uzun vadede çok daha başarılı olduğunu…
Evet, çünkü şöyle oluyor Bahar; şimdi biz seninle müzakere ediyoruz diyelim; müvekkilim olabilirsin veya karşılıklı avukat olabilirsin ve benim düştüğüm her durumda işi zor yoldan götürdüğümü ve yalan söylemediğimi görüyorsun. Şimdi sen beni tanıdıktan sonra, ikinci toplantımıza öyle bir koruma kalkanıyla geliyorum ki, sen benim dediğim hiçbir şeyi sorgulamıyorsun. Bu müthiş bir şey, bir müzakerecinin kazanabileceği en önemli şey budur zaten
Güven değil mi?
Evet, güven. Bu öyle bir şey ki Bahar, bunu 15 sene iyi yaptın, iki kere bozdun, gitti! O ismin gider senin, dolayısıyla o yollara hiç girmemek lazım.
Etraflarında her zaman kendilerini karşılaştırabilecekleri insanlar olacak, bu da çok tehlikeli bir yol. İşte “O benden daha çok kazanıyor”, “Bu benden daha az çalışıyor”, “Üniversitede notlarım daha yüksekti, niye benden daha çok kazanıyor?” vs. Herkesin kendi yolu var ve kimse birbirinin hayatını bilmiyor. Bunlar çok tehlikeli ve iyi kariyer yolunda olan insanları, doğru kariyer yolundan çıkartan konular. Sen mutlu musun, değil misin? Ona bakmak lazım.
Çok da yaşlı tripleri yapmayayım ama 41 yaşımıza geldik. Şimdi yeni jenerasyon en önemli özelliğin zeka olduğunu ve yetenek olduğunu zannediyor. Herkes kendini özel zannediyor, herkes özel ve hiç kimse özel değil! Bu işteki en önemli konular; dayanıklı olmak ve sebat edebilmek. Biz eski büromuzda, “Nasıl partner olacağız, önümüzde kimler var?” diye hayıflanıyorduk şimdiki ortağım Yalın ile. “Nasıl partner olacağız, Ne yapacağız? Hayatta sıra gelmez”. Geldi! Dolayısıyla sebat etmek ve sabırlı olmak o kadar önemli bir şey ki. Bu sebat ve sabır da zaten kendi tanımı gereği, bir yılda anlaşılan bir şey değil. Asıl benim için kıymetli yol arkadaşı bu testlerle ortaya çıkıyor, yoksa IQ testini yaparsın, en yüksek çıkanı alırsın ama o iş öyle olmuyor. Dolayısıyla, gitmek istediğin yolu bir noktada seçip ondan sonra o yolda yürümek çok önemli Bahar; hızlı koşmana gerek yok; zıplamana gerek yok.
Bir de benim hayatımda en doğru yaptığım ve iyi ki de böyle yapmışım dediğim konu; doğru insanları yanımda tutmak.
Doğru insanları yanında tutmak dedin, yol arkadaşlarından bahsettin. şimdi, evdeki yol arkadaşına geçmek istiyorum. Çünkü bu çok özel bir bütün. Çok güzel üç tane kız babası oldun. Üçüncüsü daha çok yeni zaten. Biraz onlardan bahseder misin? Bir arkadaşın olarak, evdeki huzurun ve mutluluğun, aslında başarılı bir iş hayatına sahip olmana da etken olduğunu düşünüyorum.
Kesin! Şimdi bir sürü insan evden kaçtığı için ofise geliyor, ofisten kaçtığı için eve gidiyor. Bu, herhalde bir insanın içine düşebileceği en kötü sarmal. Ben eve de koşarak gidiyorum, ofise de koşarak geliyorum, şanslıyım o konuda. Belki birazcık genç meslektaşlarıma sesleneceğim burada…
Doğru kızı bulun diyorsun ☺
Evet. Doğru insanı, bir kere kesin bulun. Bulduğunuzda da kaçırmayın ☺
Ama bunların hepsi emek isteyen şeyler. Hakikaten, hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Ben mesela, her sabah 06.00’da kalkıyorum, kızlarımın kahvaltısını kendim hazırlıyorum, okula gönderiyorum; akşam mutlaka yatmadan önce yanlarında oluyorum, kitap okuyoruz, PlayStation oynuyoruz, birlikte vakit geçiriyoruz. Bunların hiçbiri zaman ayırmadan olmuyor ama o konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Gerçekten süper bir hayat arkadaşım var, o da avukat.
Tabii üç kızım olduğu için zaten dünyanın en mutlu insanıyım, bu da bana ayrı bir misyon kattı. Zaten kadınların çalışma hayatında daha çok olması gerektiğini düşünüyorum, bunun için “Böyle bir şey yapmış olalım da iki çentik atalım” gibi değil; gerçek sorunlara eğilerek; gerçek noktalara dokunarak bir şeyler yapmayı hep çok istiyordum. Şimdi bir de üç kız babası olarak artık bu konuya daha da odaklanmış durumdayım. İnşallah başarılı olurum.
Harika… Bir de şunu sormak istiyorum; son zamanlarda müzik yeteneğini perçinlediğin bir hobin olduğunu görüyorum.
Evet, bağlama çalmaya başladım. Ben ortaokuldayken Bon Jovi’nin, “Always” klibini görmüştüm televizyonda; o şarkıyı o kadar sevmiştim ki, onu çalabilmek için piyano çalmayı kendi kendime öğrendim. Birkaç sene önce de “Şu Dağlarda Kar Olsaydım”ı çalıp, söyleyebilmek için bağlama çalmam gerektiğine karar verdim ve bağlama çalmaya başladım. Tabii ki insanlar şaşırıyorlar, şimdi bir M&A avukatı ve bağlama, çok fazla görülmüş bir şey değil ama beni çok mutlu ediyor. Erdal Ağabey ile beraber başladık. Mesela gün içinde 10 dakika boş vaktim oluyor, hemen alıyorum bağlamayı elime, becerebildiğim kadar iki türkü çalıyorum. Daha çok başındayım ama heyecanım var.
Ben hayatımda hiçbir zaman M&A yapmayı istemedim zaten; yapacağım dediğim hiçbir şeyi yapmadım. Bütün bunları yaparken en nefret ettiğim ders ticaret hukukuydu; ticaret hukukunun ortasına düştüm, dolayısıyla böyle şeyleri daha yolun başında çok da planlamamak lazım.
Işık var. Birkaç videounu izledim. Bayağı da hızlı ilerliyor gibi.
Evet, çalışıyorum.
Hiçbir şey çalışmadan olmuyor.
Bir tane hayalim var: inşallah güzel bir türkü yazmak istiyorum. Bakalım becerebilecek miyim? Daha 5, 10 yılım var ona ama bakalım, onu da yapacağız inşallah. Kızlarım da piyano çalıyor, ben evde bağlama çalıştığım zaman onlar da hemen gidip piyano çalışmaya başlıyorlar. Bu vesileyle şunu da söyleyeyim, bu çok önemli: mesleğimiz gereği içinde stres olmayan en ufak bir parçamız yok, burada sizi ne rahatlatacaksa makbuldür. İnsanlar vücut sağlığını, akıl sağlığından daha önemli zannediyorlar. Akıl sağlığını korumaya çalışmanın, buna ilişkin alarmlar vermenin ayıp olduğunu, zayıflık olduğunu düşünüyorlar. Bunlar hiç öyle şeyler değil ve ne yazık ki bunu zor yoldan öğrenmek var, kolay yoldan öğrenmek de var. Benim tavsiyem hakikaten sizi ne mutlu ediyorsa, ona mutlaka vakit ayırın. Avukatlık başka türlü olmuyor.

Evet. çünkü rahatlamadan tekrar devam edemiyorsun Ve verimli olamıyorsun değil mi?
Tekrar işe dönelim; Bir şey atladım ve onu merak ediyorum. M&A sürecinde, hiç unutamadığın ve hani gerçekten iz bıraktı dediğin bir iş var mı?
M&A’lerin hepsi benim evladım gibi. Bunun yanında en özel yer bırakan sanırım Peak Games satışı oldu…
Epey de ses getirmişti basında…
Çok ses getirdi. Tabii çok büyük bir işti ama olay onun parasal büyüklüğü değil, çünkü daha büyük M&A’ler de yapmıştım. Orada özel çok fazla şey vardı: Türkiye’den ilk defa unicorn çıktı; sanki üçüncü olduğumuz Dünya Kupası gibiydi; bütün Türkiye bunu konuşuyor, herkes arıyor tebrik ediyor.
Milli bir gurur yaşandı değil mi?
Öyle oldu gerçekten de. O işin, bugünkü ekosisteme katkısı çok oldu. Bugün baktığınız zaman, Türkiye, mobil oyunlarda dünyadaki en önemli merkezlerden bir tanesi. O Peak Games’in açtığı yoldan sonra Peak Games’den de büyük Dream Games çıktı mesela. Bu ne güzel bir şey! Yani onun bir parçası olmak müthiş bir mutluluktu benim için. Profesyonel anlamda da beni çok tatmin etti o iş: çok fazla risk aldım ve aldığım her riskten de yüzümün akıyla çıktım. Bir de işin matrak tarafı, Peak Games pandemide oldu. Ben o zaman bir kulübede, suyu yok; elektriği var, ısıtma da onunla; ormanın içinde 5 metrekarelik bir kulübede 1.8 milyar Dolarlık teknoloji M&A’i yaptım. Bazen, Peak Games’den artık arkadaşlarım Sidar, Ömer ve Ramiz’e serzenişte bulunuyorum: “Sizin yüzünüzden artık mutlu olamıyorum. Başka hiçbir iş beni mutlu etmiyor” diye. Onun bendeki yeri çok farklıdır, Türkiye’nin ilk unicornunun parçası olmak çok güzeldi.
İnsanlar vücut sağlığını, akıl sağlığından daha önemli zannediyorlar. Akıl sağlığını korumaya çalışmanın, buna ilişkin alarmlar vermenin ayıp olduğunu, zayıflık olduğunu düşünüyorlar. Bunlar hiç öyle şeyler değil ve ne yazık ki bunu zor yoldan öğrenmek var, kolay yoldan öğrenmek de var. Benim tavsiyem hakikaten sizi ne mutlu ediyorsa, ona mutlaka vakit ayırın. Avukatlık başka türlü olmuyor.
Evet gerçekten kıymetli bir işti, ben de yakından takip etmiştim…
İnşallah bu memleket benzerlerini daha çok görür diye umut ediyorum.
Erencim, öncelikle dostluğun için, bunu her zaman söylüyorum, kameralar önünde de söyleyeyim, Bize de hatıra kalsın. Yıllardır seni tanıdığım için böyle bir meslektaşım olduğunu bilmek, bana her zaman güç ve gurur verdi. Başarılarının devamını diliyorum. İyi ki davetimize icabet ettin. İyi ki bizimle oldun bugün. Çok teşekkür ederiz.
Asıl ben sana teşekkür ederim Bahar. Hem dostluğun için hem de değer bulup benimle bu görüşmeyi yaptığınız için ben de çok gurur duydum.
Çok teşekkür ederim, sağ olun.
Biz teşekkür ederiz.