SAYI 06 / PORTRE / AV. YUNUS EMRE GÜL, LL.M.
Haksızlığa karşı küçüklüğünden beri süregelen isyan ateşi onu siyahilerin eğitim görebildiği tek üniversite olan Fort Hare Üniversitesi’nde Hukuk okumaya sürükledi. Daha eğitimi esnasında siyasi hareketlerin içinde kendini bulan Mandela bu nedenle üniversiteden atıldı ve eğitimini uzaktan Witwatersrand Üniversitesi’nde tamamladı. Sonrasında Afrika Ulusal Kongresi’ne (ANC) katılan Mandela, bu oluşumun gençlik kolunu kurarak başkanı oldu.
18 Temmuz 1918 yilinda Güney Afrika’da bir kabile şefinin oğlu olarak dünyaya gelen Rolihlahla Mandela veya kabiledeki ismiyle Madiba, 2013 yilinda hayata gözlerini yumduğu günden bu yana, tüm dünyada “Nelson Mandela” ismiyle bir hukukçu, siyasetçi ve aktivist olarak anilmaya devam ediyor.
Tarihin bir cilvesi olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edildiği sene Apartheid sistemi iktidara gelen Ulusal Parti eliyle resmileştirilmeye başladı. Bu doğrultuda kabul edilen ırkçı yasalar, siyahilerin bulundukları bölgelerden zorla göç ettirilmesinden beyazlarla evlenmelerinin yasaklanmasına kadar pek çok insanlık dışı muameleyi de beraberinde getirdi. Buna karşı çıkan ise sadece siyahiler değil aynı zamanda melezler ve Güney Afrikaya çalışmak için gelmiş bulunan Asyalılarla Hintlilerdi. Bu gösterilerde etkin bir rol alan Mandela; özellikle Başkaldırı Mücadelesi’nde dikkati üzerine çekti ve hatta 1956 yılında tarihe İhanet Davası- Treason Trial- olarak geçen olayda vatana ihanetle yargılanmaya başlandı, ancak davadan 1961 yılında beraat etti.
1960 yılında siyahilerin barışçıl bir gösteri amacıyla toplandıkları ve fakat güvenlik güçlerinin ateş açması sonucu 69 kişinin öldürülmesiyle bir katliama dönüşen Sharpeville Katliamı aslında Apartheid rejimi için sonun başlangıcı olmuştu. Buna karşı ANC’nin başkan yardımcısı olan Mandela’nın da tepkisi sert oldu ve silahlı direniş başlatıldı. Tüm bunlardan sonra 1962 yılında yakalanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ancak uluslararası toplumdan gelen baskılar sonucu 1990 yılında serbest bırakıldı ve 1994 yılında Güney Afrika’da ilk defa yapılan seçimler sonucu üstlendiği Cumhurbaşkanlığı görevini 1999 yılına kadar sürdürdü. Görevi bırakmasının akabinde ise uluslararası camiada Güney Afrika’nın imajının değiştirilmesine yönelik çalışmalar yaptı ve 95 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Bir Irkçılık Timsali Olarak İhanet Davası
Güney Afrika’da giderek artan baskı ve Apartheid rejimi halk için dayanılmaz hale geldiğinden ülkenin dört bir yanında protestolar başlar. Bunun sonucu olarak gerek siyah, beyaz, Hintli gibi farklı etnisiteden gerekse Hristiyan, Müslüman gibi farklı dinlerden ülkenin farklı kesimlerini temsil eden 156 kişi dava sonucu yargılanır.
5 Aralık 1956 sabahı Mandela herhangi bir açıklama yapılmadan sadece üzerinde vatana ihanetle suçlandığını bildiren tutuklama kararıyla evinden alınarak “Kale” olarak bilinen Johannesburg hapishanesine götürülür. Kendisiyle birlikte tutuklanan hareket liderlerinden kimsenin birbiriyle konuşmasına dahi izin verilmez. Ancak hapishanenin dışında halk çoktan gösterilere başlamıştır ve liderlerinin yanında olduklarını gösteren pankartlar her tarafta halkın elinde dolaşmaktadır.
Hareket liderleri hapishanede boş durmaz ve kendilerine bir aktivite programı çıkarırlar. Herkes bir diğerine uzman olduğu alanlarda bir şeyler öğretir ve bunun sonucu olarak liderlere Patrick Molagoa Fiziksel eğitim, Profesör Zachariah Matthews Tarih eğitimi, Arthur Letele Tıp eğitimi ve Vuyisile Mini Müzik eğitimi vermeye başlar. Bu durum zamanla liderleri ırksal veya dinsel nedenlerle birbirinden ayrı durmaları yerine ortak bir ülke, halk, kültür ve tarih temelinde birleşmeye yöneltir.
19 Aralık 1956’da sanıkların fazlalığından dolayı askeriyeye ait geniş bir ambarda ön inceleme duruşmalarına başlanır. Suçlamalar 3 olay ekseninde toplanmıştır. Bunlar; Başkaldırı Mücadelesi, Sophiatwon’ın taşınması ve Halk Kongresi olaylarıdır. Sanıklar vatan hainliğiyle suçlanmaktadırlar ve haklarında istenen ceza ise idamdır. Yargılamaya başlanır ancak Yargıç Wessel’in sesi kısılmıştır ve kimse ne dediğini duyamaz. Hükümetin mikrofon veya hoparlör temin etmemesi de yargılamayı iyice ironiye döndürür ve sanıklar hapishaneye geri gönderilir. Bir sonraki gün yargılama için geri geldiklerinde ise kendilerini adeta bir sürpriz beklemektedir. Zira Hükümet sanıkların içinde oturması için bir “tel kafes” hazırlamıştır. Ancak mahkumlar adeta vahşi bir hayvanın yerine konuldukları bu durumda da eğlenmekten vazgeçmemiş ve içlerinden bir tanesi “Tehlikeli. Lütfen beslemeyiniz.” yazarak bu sembolik yıldırma politikasıyla zekice alay etmiştir. Bu hareketin ardından gelen sanık avukatlarının tel kafes kaldırılmazsa mahkemeden çıkacakları tehdidi sonucunda da söz konusu kafes kaldırılır. Yıldırma politikası aleyhe dönmüş ve artık sanıklar yargılamada psikolojik olarak Hükümetin bir adıma önüne geçmişlerdir.
İddianamenin savcı tarafından okunması 3 gün sürer. İddianamede Savcının en büyük kozu Halk Kongresi sonucu yayınlanan Özgürlük Bildirgesi’nin komünist unsurlar taşıması ve dolayısıyla da Hükümeti devirme amacı taşımasıdır. Buna rağmen mahkeme, sanıkları tutuksuz yargılamak üzere kefaletle serbest bırakır ancak burada bile Apartheid unsuru vardır. Buna göre salıverilmeler karşılığında; Beyazlar 250 pound, Hindular 100 pound ve Siyahiler 25 pound ödeyeceklerdir. Yani Mandela’nın deyimiyle “İhanet bile renk körü değil”dir.
Mandela’ya toplantılara katılma yasağı konduğu halde o Afrika Ulusal Kongresi’ni bırakmaz ve buradaki çalışmalarına devam eder. Bu durumun eşini aşırı derecede rahatsız etmesi ancak Mandela’nın hayatını adadığı bu davadan vazgeçmemesi üzerine eşi, ANC ile kendisi arasında bir seçim yapılmasını ister ve fakat bu seçimde kendine hiç şans tanınmadığının farkında değildir, boşanırlar.
Av. Vernon Berrange Ve “Hukuki Komedya”
9 Ocak 1957’de yargılamalar tekrar başlar. Artık sıra Savunma’dadır ve ilk çürütülmesi gereken iddia Savcının Özgürlük Bildirgesi’nin komünist unsurlar barındırarak Hükümeti devirme amacı taşıdığıdır. Söz konusu bildirge içeriğinde; ülkedeki tüm farklı grupların eşit koşullara sahip olması gerektiğini, insanların kendisini yönetmesini, herkesin yasalar önünde eşit olmasını, herkese güvenlik sağlanmasını ve her yerde dostluk ve barış sağlanmasını barındırıyor ve sonucu şu şekilde bağlıyordu: “Bu özgürlükler için yan yana yaşamımız boyunca, özgürlüğümüzü elde edene değin mücadele edeceğiz.” Avukat Vernon Berrange söz alarak bildirgenin içinde barındırdığı bu ifadelerin vatana ihanet suçunu oluşturmayacağını, bilakis bu ifadelerin Hükümetin tiksinti veren politikasına rağmen gerek dünyada gerekse Güney Afrika’da çoğunluğun kabul ettiği düşünceler olduğunu savunur.
Kanıtlar sanıkların karşısına getirildiğinde anlaşılır ki dava halihazırda sanıkların suçlu olup olmadığını aramamakta ancak politik bir amaç doğrultusunda hangi cezanın hangi sanığa verileceğini kararlaştırmaktadır. Zira kanıtların içinde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nden Rus yemek kitabına kadar geniş bir skaladaki pek çok ironik evrak vardır. Hatta bunlara Halk Kongesi’nde ifade edilen “etsiz çorba” ve “etli çorba” da ilave edilmişti! Tüm bunlar karşısında şok geçiren sanıkların ilk hamlesi Halk Kongresi’nde kayda geçirilmiş bütün ifadeleri incelemek olur ve bu ifadelerin neredeyse hepsinin ipe sapa gelmez bir şekilde Savcı tarafından çarpıtıldığı fark edilir. Ancak Savcı, sanıkların baş avukatı Vernon Berrange’yi ihmal etmektedir ve bunun kendisine çok pahalıya mal olacağından haberi yoktur.
Av.Berrange’nin ilk hamlesi Hükümet’in tuttuğu dedektiflerin İngilizce bilip bilmediklerini araştırmak olur. Zira ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla bunların hiçbirisi doğru düzgün İngilizce dahi bilmemektedir. Bu noktadan hareketine başlayan Berrange, olayların esasına girmeden öncelikle dedektiflerin çapraz sorgusunda bazı İngilizce ifadelerden ne anladıklarını üstüne bastıra bastıra sorar ve gerçekten ortaya çıkar ki bunların çok büyük bir kısmının İngilizcesi fecaat seviyededir! Bu sayede dedektiflerin pek çoğunu eleyen Berrange’nin sıradaki hedefi Hükümet’in dava esnasında en güvendiği isimlerden biri olan Prof.Andrew Murray’dir. Murray’in konuşması her ne kadar kulağa ikna edici gelse de çapraz sorguda yeniden devreye giren Berrange, daha önce dedektiflere yaptığı gibi ona da bazı ifadeler okuyacağını ve hangilerinin komünist propagandası olduğuna karar vermesini ister. İfadelerin hepsi Murray tarafından komünist propagandası şeklinde nitelendirilir ancak Berrange’nin bunlardan bir tanesinin Güney Afrika eski başkanı Daniel F. Malan’ın (1948-1954) bir diğerinin ise Abraham Lincoln’ün sözleri olduğunu söyleyince ne yapacağını şaşırır. Bu şaşkınlık esnasında son ifadeleri okuyan Berrange, bunun da nitelendirilmesini istediğinde Murray bunun baştan aşağı bir komünist propagandası olduğunu aceleyle haykırır ve fakat bu ifadeler Murray’in 1930larda kendi yazdıklarından alınmıştır!
Duruşmalar ardı arkasına birbirini izlerken Hükümet yeni bir tanık ortaya çıkarır ki bunu yıldız tanıklarının birincisi olarak isimlendirmektedir. Solomon Ngubase ismindeki tanık; Mandela’nın da bir süre gittiği Fort Hare Üniversitesi’nde Hukuk okuduğunu ve sonrasında bir süre avukatlık yaptığını, ANC’nin Port Elizabeth ayaklanması esnasında bunu planlayan bir yönetici olarak görev yaptığını, ayaklanma esnasında silah almak üzere Sovyetler Birliği’ne bazı kimseleri gönderdiğini ve hatta bazı bölgelerde bütün beyazların öldürülmesine dair ANC’nin kararlar aldığına şahit olduğunu son derece hüzünlü bir şekilde anlatır. Bu durum Mahkemede şok etkisi yaratır ancak fazla uzun sürmeden Berrange tekrar çapraz sorgulamaya başlar. Sırasıyla önce Ngubase’in elde ettiği hukuk diplomasının düzmece olduğunu, yıllarca illegal bir şekilde avukatlık yaptığını, ANC’nin de hiçbir zaman üyesi dahi olmadığını ispatlar. Onar karşı son hamlesiyse Port Elizabeth ayaklanması esnasında dolandırıcılık nedeniyle Durban’da hapiste olduğunu ortaya çıkarmak olur. Sorularını ise şu şekilde tamamlar: “Dolandırıcı nedir biliyor musun?” “Hayır.” “Sizsiniz bayım.” Herkesin ümidinin tükendiği anda Berrange’nin yaptığı efsane savunma kendisine “hastalıkları iyileştiren kahin” anlamına gelen “Isangoma” lakabının takılmasına neden olur. Bu aşamadan sonra ön inceleme sonucu 61 kişi hakkında bütün suçlamaların düşürülmesine ancak kalanlarla ilgili yeterli delil(!) olduğu gerekçesiyle yargılama aşamasına geçilmesine karar verilir.
İlk Derece Mahkemesi’nde Ağustos 1958’de yargılamalara başlanır. Ancak yargılama yeri sanıkların yerleşik oldukları Johannesburg değil, burdan 36 mil uzaklıktaki ve Ulusal Parti’nin merkezi olan Pretoria olarak belirlenir. Bu da Hükümet’in bir yıldırma operasyonudur çünkü her gün oraya kadar gidip gelmek hem sanıklar için çok zahmetli hem de bir o kadar maliyetlidir. Bunun üzerine savunma avukatları ilk aşamada Savcı’nın iddialarını çürütmek yerine yeni bir yöntem izleyerek doğrudan hakimler üzerinde baskı oluşturmaya çalışırlar ve redd-i hakim talebinde bulunurlar. Buna göre Yargıç Rumpff, daha önce Başkaldırı Davası’nda da hakimlik yapmış, diğer bir Yargıç Ludorf ise Halk Kongresi’nde çıkan olaylar sonucu bir polise karşı açılan davada hükümetin avukatlığını yapmıştır ve dolayısıyla da bu kişiler adaletin tecelli etmesini sağlayamayacaktır.
Redd-i Hakim hamlesi Mandela’ya göre çok tehlikeli bir stratejiydi, zira bu yargıçların yerine geçecek olanların onlardan beter olma ihtimali çok daha yüksekti ve Hukuki mücadele kazanılsa da savaşın kaybedilme ihtimali vardı. Yargıç Rumpff çekilmese deYargıç Ludorf’un çekilmesiyle yerine gelen Yargıç Bekker’ın Ulusal Parti sempatizanı olmaması sanıkların lehineydi ve ilk taktik tutmuştu. Bunun sonucunda ise 30 sanık hariç kalan bütün sanıkların hakkındaki suçlamalar düşürüldü. Ancak ne yazık ki kalan bütün sanıklar ANC üyesiydi ve tabi ki Mandela da bunlardan biriydi.
Yazının devamı bir sonraki sayıda yayınlanacaktır.