Ben Avukat Öykü Güvenilir. H+ Dergi’nin 9. sayısı için bugün EBB Hukuk Bürosu’nun kurucu ortaklarından Feyzi Erçin ile birlikteyiz.

Merhaba Feyzi Bey, Hoşgeldiniz. Bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Öncelikle biraz sizleri tanımak istiyoruz. Kendinizden, eğitim ve meslek hayatınızdan bahseder misiniz? Ayrıca, büronuzun kuruluş basamaklarından da kısaca bahsedebilirseniz çok seviniriz…

Merhaba. Bu fırsatı verdiğiniz ve ilginiz için çok teşekkürler. 1988 yılında İstanbul Amerikan Robert Lisesi’ni bitirdikten sonra, ilköğretimin üçüncü sınıfındayken okuduğum “Bülbülü Öldürmek” romanı ve “12 Kızgın Adam” oyunundan beri kafama koyduğumu yapıp İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdim. 1993 yılında da mezun oldum. Mezuniyetin ardından Aybay & Aybay Hukuk Bürosu’nda Prof. Dr. Kerim Atamer’in stajyeri olarak stajıma başladım ve Kerim’in hakkını ödeyemeyeceğim değerli mentörlüğü ile neredeyse tamamen deniz ve kara taşıma hukuku üzerine uzmanlaştım. O büronun tüm yargılama yükünü taşıyan ekip, daha sonradan 1999 yılında, Ersoy Atamer Karaman bürosunu kurdu. Ben ve hala en yakın dostlarım ve ortaklarım olan Burcu Bilgin ve Dilek Bektaşoğlu Sanlı ile birlikte biz de kurulan bu büroya katıldık. Burada 2006 yılına kadar çalıştım. Bu dönemde hem sigorta hukukuna dair çalışma fırsatı buldum hem de Kerim’in yönlendirmesiyle hava hukuku alanında çalışmaya başlayabildim. 2006 yılında büronun dağılma kararı sonrasında, on yıldan fazladır birlikte olduğum arkadaşlarım Burcu ve Dilek ile Erçin Bilgin Bektaşoğlu Hukuk Bürosu’nu kurmaya karar verdik. 25 yıldır birlikte çalışıyoruz ve bu sene Eylül’de de 15 yıldır ortak olarak çalışıyor olacağız.

Özellikle Deniz-Hava Taşımacılığı ve Sigorta alanında önemli işlerde yer aldığınızı görüyoruz. Ekibinizden ve büronuzdan bahseder misiniz? Büronuz ağırlıklı olarak belirli alanlarda mı müvekkillerine hukuki destek sağlamakta?

Büroyu ilk kurduğumuz zaman 3 avukat arkadaşımız ve tek bir stajyerimiz vardı yanımızda, yıllar içerisinde 4 ortak 10 avukat ve de 3-4 stajyer arkadaşımızla birlikte çalışan bir büro olduk. Bu büyüklüğü de hem yaptığımız işe hem de büromuzun kurumsal kimliğine uygun buluyoruz. 

 Burcu, Dilek ve ben Aybay & Aybay Hukuk Bürosu’nda staj yapmıştık. Tüm iş hayatımız boyunca da mümkün mertebe stajyer olarak çalıştığımız arkadaşlarla kurulan ilişkinin, avukatlığa taşınırken, iki taraf açısından da değer kattığını görmüştük. Bu sebeple de 2006’dan beri avukatlık stajına özellikle çok değer verdik. Tüm stajyer arkadaşlarımızı uzun vadeli birer çalışma arkadaşı olmaları umuduyla yetiştirdik, onlara da kendimizi o açıklıkla gösterdik. Şu andaki avukat arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu, avukatlık stajını da birlikte yaptığımız kişiler. Dolayısıyla ekibimizi kurarken avukatlık stajı dönemine özellikle önem veriyoruz.  

Diğer yandan işlerimizin arttığı dönemde birlikte çalışmaya başladığımız ve yasal staj sürecini birlikte geçirmediğimiz çok değerli arkadaşlarımız da var. Onlarla da birlikte çalışırken daha az rekabetçi, hırs odaklı olmayan, kendisini mesleki anlamda geliştirmeye odaklanmak isteyen ve bizim çalışma alanlarımıza samimiyetle ilgi duyan arkadaşlar olmasına özen gösteriyoruz. Nitekim ekibimizin herhalde en ortak özelliği büromuza ve iş alanlarına olan sevgileridir. Birçok iş gibi avukatlık da, çalışma alanına duyulan ilgiyle birlikte çok daha zevkli yapılabilen bir meslek ve bu sayede hepimizin hayat kalitesi artıyor diye düşünüyorum. 

Şu andaki avukat arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu, avukatlık stajını da birlikte yaptığımız kişiler. Dolayısıyla ekibimizi kurarken avukatlık stajı dönemine özellikle önem veriyoruz.

Büromuzun çalışma ve uzmanlık alanları hakikaten geniş olmaktan ziyade odaklanmış olduğumuz alanlar. Tüm ortaklar taşıma ve sigorta hukuku alanında çalışıyoruz ama bazılarımız daha fazla deniz, ben daha fazla hava, birimiz hariç sigorta hukuku yapmak gibi kendi müvekkil portföyümüze göre bazı eğilimlerimiz var. Bir ortağımız gemi ve uçak finansmanı konusunda, diğer bir tanesi ise Türkiye’de yatırım yapan Alman şirketlere dair farklı alanlarda bilgiye ve birikime sahip. Her avukat gibi büromuzun ortaklarının da kişisel ilgileri ve geçmiş tecrübeleri sebebi ile elde ettikleri istisnai uzmanlıkları da var. Bunlar haricinde, diyebilirim ki yaptığımız işin büyük çoğunluğunu ya taşıma ya sigorta hukuku olarak tarif edebiliyoruz. 

2006 yılında kurulan hukuk büronuz, kısa bir süre içinde ulusal ve uluslararası alanda önde gelen hukuk bürolarından biri haline geldi. Sizce bu başarınızda belirli alanlarda uzmanlaşmanın rolü nedir? Genelde Avukatların her konuda bilgi sahibi olması beklenir. Bu perspektiften değerlendirir misiniz? 

Biz, avukatların her konuda bilgi sahibi olmasının beklendiği dönemin tam bitişine denk geldik sanırım. Ben stajyer olarak meslek hayatıma başladığımda uzmanlaşmanın önemi ortaya çıkıyordu. Deniz hukuku yapmak istiyordum muhakkak ve bu konuda çalışabilecek üç büro vardı. Telif hakları da ilgimi çekiyordu, o konuda tek bir büro uzmandı. Diğer yandan 90’lı yılların özelleştirme furyası çerçevesinde tüm uzmanlığı şirketler hukuku olan ve birleşme, devralma gibi konulara eğilen bürolar da vardı. Bu bürolarda hiçbir zaman yargılamaya dair bir tecrübe edinmemeyi tercih eden çok iyi avukatlar vardı. Dolayısıyla sadece deniz hukuku gibi dar bir alanı çok iyi bilenlerden, stajı bittikten sonra yıllarca adliyeye gitmek zorunda kalmayanlara kadar geniş bir uzmanlaşma dönemini yaşadık 90’lı ve sonrasında da 2000’li yılların başında. 

Artık geri dönüşü olmayacak şekilde uzmanlaşmaya mecburuz; hatta biraz olumsuz bir boyutta. Temel haklarımızı bilecek kadar dahi ceza hukuku bilmemek, hepimizi ilgilendiren ve hukuksuz bir düzenlemeye dair açılabilecek bir idari iptal davasının en basit kurallarını bilmemek biraz acı veriyor. İlk defa 2013 yılında emniyette gönüllü müdafilik yaptığım zaman bu konudaki bilgi eksikliğimi fark edip epey utanmıştım. Fakat böylesi vatandaşlık görevlerimiz bir yana, profesyonel bir avukatlık bürosu mantığı içerisinde uzmanlaşmayı kaçınılmaz görüyorum. Bir deniz korsanlığı hadisesinde bize görev veren İngiliz büronun kıdemli ortağı İstanbul’a geldiğinde öğrenmiştim ki, kendisinin tek bildiği konu kaçırılma ve fidye ile bağlantılı sigorta konularıydı. Başka bir sigorta hukuku uzmanlığı yoktu, başka hiçbir şey yapmıyordu. Sadece kaçırılma ve fidye poliçeleri. Bu tabii ki çok uç bir örnek, ama uzmanlaşmadan bir konuda bilgi ve farklılık ortaya koyamayacağımız kadar çok ve yoğun bir bilgi beklentisi var müvekkillerden. Dolayısıyla uzmanlaşmaktan başka bir çare de yok. 

Havacılık ve Denizcilik, yaklaşık 1 yıldır süren Covid19 salgınından en çok etkilenen sektörlerden. Bu süreçte işlerinizde neler değişti?  

Bize yöneltilen sorular ve hukuki meselelerde epey bir değişiklik oldu. Ama bunun dışında işimizin özüne dair çok da değişiklik olmadı. Tabii ki bu süreçte daha çok mücbir sebep değerlendirmesi, sözleşmelerin feshedilmesi gibi konulara baktık. Sigorta ihtilaflarında bir artış başladı ve devamının gelmesi kaçınılmaz. Ve tabii ki her sektör de finansal olarak farklı zorluklar içerisinde, kendilerince tepki vermeye çalışıyorlar. Özetle, daha önce incelemediğimiz bir bakış açısıyla yaklaşmamız gereken farklı sorulara muhatap oluyoruz ve aslında bu da işimizin zevkli yanı.

Artık geri dönüşü olmayacak şekilde uzmanlaşmaya mecburuz; hatta biraz olumsuz bir boyutta. Temel haklarımızı bilecek kadar dahi ceza hukuku bilmemek, hepimizi ilgilendiren ve hukuksuz bir düzenlemeye dair açılabilecek bir idari iptal davasının en basit kurallarını bilmemek biraz acı veriyor.

Covid19… Kimileri bu salgını İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük kriz olarak nitelendiriyor. Özel hayatlarımız ve meslekteki kalıplaşmış alışkanlıklarımız köklü değişikliklere uğramak zorunda kaldı. Bu süreçte evden çıkamadığımız ve home-office çalışmak zorunda kaldığımız dönemler oldu. Sizler bu anlamda büronuzda, çalışma prensiplerinizde ne gibi değişikliklere gittiniz? Daha yenilikçi bir iş modeli belirlediniz mi?

Şüphesiz ki, her hukuk bürosu gibi biz de bu beklenmedik durumla bir şekilde baş etmeye çalışırken tüm bildiklerimizi de yeniden değerlendiriyoruz ve çalışma prensiplerinde de farklılaşmaları düşünüyoruz. Hala sürecin içerisinde olduğumuz ve normale dönmediğimiz için nasıl bir yenilikçi iş modeli belirleyeceğimizi bilmemekle birlikte, ben kişisel olarak kesinlikle ofis çalışmasının tüm avukat arkadaşlarımıza tam zamanlı olarak dayatılmaması gerektiğine inanıyorum. Ne kendi hukuk büromuzda, ne de iletişimde olduğum meslektaşlarımın bürolarında, tüm bu salgın süresinde, evden çalışıldığı için ciddi bir kalite düşüklüğü olduğunu gözlemledim. Sorumluluklarının bilincinde olan ve mesleğine saygıyla yaklaşan her avukat evinde de ofisinde de aynı kalitede işi çıkartıyor. Bence normale dönüldükten sonra da, her hukuk bürosu bu konuda esneklik gösterebilir ve ben kişisel fikrim olarak da göstermek istiyorum. Ofislerde kapılarını kapadığımız odalarımızda bilgisayar başında yaptığımız her şeyi evimizde de yapabiliriz. Ofisteki çalışmanın iki gerekliliği var bence. Birincisi ekip çalışmasının gerekli olduğu alanlar; toplantılar, birlikte ve yüz yüze yapılacak tartışmaların değeri. İkincisi de insani olarak, birileriyle duygusal paylaşım, kader birliği yapıyor olma ve bir kurumsal kimlik taşıma. Bu ikisini sağlamak için haftanın beş gününü ofiste geçirmeye gerek yok. Her avukat ve hukuk bürosu kendi düzenini kurarak, herkesin haftada birden fazla, iki yerine göre bazen üç gün evden çalışmasına imkân tanırsa daha mutlu çalışma alanları yaratabiliriz gibi geliyor.

Bunun dışında, en büyük değişikliğin şehirlerarası seyahatler olacağını düşünüyorum ve kendi payıma da bunu değiştirmek istiyorum. Çok elzem olmadıkça bir toplantı için şehir dışına gitmek, yurt dışına gitmek bunun için katlanılacak masraf, vakit kaybı ve yorgunluğa değmiyor. Yüz yüze toplantı, hele de bizim mesleğimizde, yeni bir müvekkille sağlanacak güven, ya da bir sulh müzakeresinin dinamiklerini tartmak gibi anlarda çok önemli. Ama her toplantı ve ziyarette yüz yüze olmanın böyle bir katma değeri yok. Dolayısıyla da şehirlerarası, uluslararası seyahatlerin azalıp görüntülü konuşmaların bunların yerine geçmesi kaçınılmaz ve faydalı olacak.

Bildiğim kadarıyla 100’den fazla ülke gezdiniz. Bir bloğunuz da var sanırım. Seyahat etmek en büyük hobiniz diyebilir miyiz? Yoksa işinizin bir parçası mı?

Seyahat etmek hakikaten de en büyük hobim ve şu salgın günlerinde de en çok özlediğim şey. İşimin bir parçası olan seyahat, her sene dünyada en rahat hissettiğim şehir olan Londra’ya senede 2-3 kez gitmek, bazen de sürpriz bir Hollanda ya da seminer mekânı ziyaretinden ibaret oluyor. Gezmek, çok özgürlüğe dair ki iş hayatımız özgürlüğümüzü en çok kısıtlayan (ama özgür zamanlarımızı da finanse etmemizi sağlayan) alan. Gerçek manasıyla gezebilmem, kendi büromuzu kurduktan sonra kendi zamanıma tamamen hâkim olmakla mümkün oldu. İş yapmayı mesai saatleriyle sınırlandırmamaya iyice alıştıktan ve her seyahatte belirli saatleri işe ayırmak gerçeğini kabullendikten sonra, istediğim zaman istediğim yere gidebilmek de kolaylaştı. Şu anda 110 ile 120 arasında bir yerde ülke sayım. Saymak biraz antipatik gözükse de, 100’e yaklaşırken kaçınılmaz oldu ve sonra da unutmak mümkün olmadı… Seyahat etmek, insanın yaşamını en çok genişleten aktivitelerden birisi. Başka yaşamların neler olduğunu, olabileceğini görmek, sadece ufuk açmıyor, özgürleştirici de. İnsanın içinde bulunduğu koşullarla yapabileceklerinin sınırları olmadığını görmek cesaret ve umut veriyor gezdikçe. Tüm bunların yanında tabii ki çok da keyifli bir nefes alma alanı, her tatil ama herhalde en çok uzak, olabildiğince uzak yerlere yapılan geziler.

Avukatlık mesleğinizin yanı sıra, aynı zamanda müzik ve sanata da ilginiz olduğunu biliyoruz. Müziğe ve sanata olan ilginiz nereden geliyor?

Bir komşumuzun piyanosunda kendi kendime bir şeyler çalabildiğimi babam keşfettiğinde 11 yaşındaydım. Tüm ortaokul ve lise boyunca, bazen istekli bazen isteksiz, bir şekilde çok ilerletmeden ama bırakmadan da piyano çaldım, ama hiçbir zaman müzisyen olmayı düşünmedim. Lise 3’te bir gün TRT-3’te duyduğum Beethoven 3. Piyano Konçertosu, ertesi gün aynı kanalda denk geldiğim Çaykovski Piyano Konçertosu’nu dinlemeye ve bu iki esere hayran kalmama yol açtı. İlk defa o sene İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ni takip edip İstanbul Müzik Festivali’ne ilgi duymaya başladım. Sonrasında 5 yıllık üniversite hayatım boyunca hukuk çalıştığım süre kadar çok kendimi piyano ve klasik müziğe verdim. Her gün 1 saat piyano çalma alışkanlığım o yıllara dayanıyor. O zamanlar Mehru Ensari ile çalışıyordum, 2001 yılından beri de Ali Darmar’dan ders alıyorum. Ama hala her gün ortalama 40-50 dakika bazen daha çok piyano çalışıyorum. Üniversite yıllarında kendimi konservatuar tarafından kaçırılmış bir yetenek olarak görürdüm ama sonrasında halime çok şükrettim. Müziği bir hobiden de öte, hayatımı ifade biçimim olarak gördüğüm için, hiçbir zaman bırakmak istemem. Fakat profesyonel bir ilişki kurmadığıma da memnunum. Sadece ve özgürce kendi kendime kalabildiğim, eşimle ve arkadaşlarımla ortak paylaşabildiğim ve kendimi ifade edebildiğim bir alan piyano çalmak. Bu sebeple de yeri başka bir yükseklikte. Bu yoğun ilgim 2001 yılından beri Andante dergisinin yayın kurulunda yer alacak kadar çok yazılar yazmaya kadar gitti ki derginin kurucusu ve dostum Serhan Bali ile de birlikte konserler veriyoruz, zira o da benim gibi yarı amatör bir müzisyen. Bundan sonra da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın İstanbul Müzik Festivali Danışma Kurulu üyeliğim başlıyor, 2010 yılından beri devam eden. Hepsi müziğin hayatımdaki özel yeri sayesinde hayatın sunduğu ve müteşekkir olduğum imkânlar. Bunların sonuncusu da, bir anlamda hayatımı değiştiren Boğaziçi Üniversitesi’ndeki hocalık maceram oldu. 7 yıldır Sinema ve Müzik üzerine değişik dersler veriyorum ki sinema en büyük hobim olduğu için çok değerli bir yeri var hayatımda ve gelişimimde. Bunun da ötesi, gezmekle birlikte Boğaziçi Üniversitesi ve özgürlük peşinde koşan cesur öğrencileri de hayatımda en büyük değişikliği yaratan arkadaşlarım olarak şu anda çok mutlu olduğum bir kazanım haline getirdi hocalık deneyimini.

Bir yandan piyanistlik bir yandan boğaziçi üniversitesi’nde klasik müzik alanında öğretim görevliliği, avukatlık mesleği ile birlikte nasıl götürüyorsunuz?

Bu soruya vereceğim cevaptan çok da memnun değilim ama özetle, az dinlenerek ve biraz fazla disiplinli olarak, zamanımı iyi ayarlayarak. Bu kadar çok şeyi bir arada götürmek için mecburen disiplinli bir hayat sürmek gerekiyor. Neyi ne zaman yapacağıma dair fazla planlıyım ki bu yerine göre iş arkadaşlarım, yerine göre eşim, yerine göre de diğer arkadaşlarımı mutsuz edebiliyor ve dışarıdan sıkıcı gözükebiliyor. Pratik ve hızlı olmayı zamanla öğrendimse de bazen kendime ait ve hiçbir şey yapmadan durduğum anları özlüyorum, pek yoklar uzun zamandan beri. Fakat tüm bunları, iş hayatıyla birlikte götürebilmenin bir şartı da, işe ayırdığım zamanın belirli saatlerle sınırlı olmaması. Sabah erken kalkıp, okulda ders çıkışı, seyahatte çok alakasız bir zaman diliminde dahi olsa, hep bilgisayarım yanımda ve her zaman da müvekkilin istediği sürat içerisinde istediklerini yapabilmeyi önceliğe koymak önemli. Fakat tüm bunların yanında sanırım en önemlisi birlikte çalıştığım ekibim ve çalışma arkadaşlarım. Ortaklarımın anlayışı ve ekibimin büyük fedakârlıkları, desteği olmasa idi, bunları birlikte götüremezdim. Özellikle de haftada iki yarım günümü okulda geçirebilmem, benden önce ekibim sayesinde mümkün…

Pratik ve hızlı olmayı zamanla öğrendimse de bazen kendime ait ve hiçbir şey yapmadan durduğum anları özlüyorum, pek yoklar uzun zamandan beri.

Son olarak, değişimden oldukça çok bahsettik söyleşimizde. Büronuzla ilgili dikkati çeken bir husus, ekibinizin uzun yıllardır aynı olması. Bu aslında çalışan memnuniyetinin olduğunu göstermekte. Ekibinizdeki avukatlarınızdan beklentiniz nedir? Çalışanlarınızla uyumu sağlamak için neler yapıyorsunuz?

Sanırım çalışma arkadaşlarımla aramda gözettiğim en baştaki ilişki, samimi ve içten bir diyalog kurmak. Karşılıklı beklentileri, birbirimizden memnun olmadığımız veya zorlandığımız alanları olduğu gibi dile getirmek, işlerin sıkıştığı ve yoğunlaştığımız alanları ya da planlamadaki güçlükleri, yani bir avukatlık bürosunda olabilecek tüm güçlükleri aşmak için her zaman birbirimize karşı dürüst olmalıyız. O yüzden birlikte çalıştığım arkadaşlarımın duygularını saklamaması ve birbirimize açık olmamız ilk beklentim. Bundan sonra, tabii ki ekibimizin işleri kendi işleri olarak görebilecek şekilde sahiplenmesi bir beklenti. Fakat bunu sağlamak için önce bizim onlara bu duyguyu vermemiz lazım tabii ki. Bunu başarabildiğimizi sanıyorum. Birlikte çalıştığımız avukatlar, o müvekkillerle ileride kendilerinin ilgileneceğini bildikleri müddetçe, biz onlara doğrudan ilişki kurma fırsatı verdiğimiz sürece, kalıcı bir hukuk bürosu ve gelecek beklentisi sağlayabilmiş oluyoruz. Sanırım şu anda genç arkadaşların da en çok ihtiyacı olan şey gelecek beklentisi…

Çok teşekkür ederiz bizlere vakit ayırdığınız ve bu keyifli sohbetiniz için.