SAYI 06 / PSİKOLOJİ / DR. YASEMİN OZAN
Evlilik birliğinin bozulması hem kadın hem de erkek için zorlu bir süreç olsa da, bizim kültürümüzde kadının varoluş biçimi açısından farklı bir anlam ifade ediyor. Öncelikle yalnız ve boşanmış bir kadın olarak hayata devam etmek, her şekilde kadının kendisi ve çevresi açısından zorlu bir sürecin başlangıcı anlamına geliyor.
Kadın için boşanma; statü, kimlik, gelecek hayali ve daha fazlasının kaybı anlamına gelse de, boşanma aslında her iki taraf için de bir kayıp. Ancak, kültürümüzde boşanmış bir erkek, kaybının doğal sonucu olan yas sürecini doyasıya yaşayabilirken, bir erkek yalnız olarak hayatına devam edebilirken, kadın ya ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor ya da kendi başına ayakları üzerinde durup yalnız yaşayabilmek için büyük bir çaba sarf ediyor.
Kadın, “bekar bir kadın” olmaktan ziyade artık “boşanmış bir kadın” haline geliyor. Kültürümüzde boşanmış bir kadının hayatını idame ettirebilmesi için namus meselesi kavramı öne çıkıyor. Bu nedenle ekonomik özgürlüğünü kazanmış olsun ya da olmasın, kadının her türlü davranışı mercek altına alınıyor. Buna bağlı olarak kadının sosyal çevresinde de değişim yapması zorunlu hale geliyor. Evli arkadaşları ile buluşurken hem sosyal hem duygusal olarak düşünmesi gereken çok fazla konu oluyor. Bu nedenle hayatından evlilikle beraber çıkarmak zorunda kalacağı bir çevresinin de olması kaçınılmaz.
Özellikle bir de çocuğun varlığı söz konusu ise hangi ortamda bulunursa bulunsun namus meselesi ön plana çıkıyor. Türk toplumunda kadının ayrı bir yeri ve cinsiyet ayrımının ayrıcalıklı bir yeri vardır. Boşanmak üzere olan bir erkeğe, kendisini toparlaması, kafasını dağıtması için başka bir sevgili bulması önerilirken, kadına, ailesinin yanında kalması, hayatına dikkat etmesi ve bundan sonra namusuna daha fazla dikkat etmesi, çevresi tarafından ya sözel ya da davranışsal olarak net bir şekilde anlatılır. Peki bu baskılar altında kadın ne yapar? Ya karşılaşacağı sürecin zorluğunun baskısı altında psikolojik, sözel ya da fiziksel şiddete maruz kalma pahasına evliliğine devam etme kararı alır ya da boynunu öne eğer ve kaderine razı olur; aile ve çevre baskısını kabul eder. Başka bir seçeneği yoktur kadının… Birinci seçenekte bellidir kadının kaderi… Ancak ikinci seçenekte ise savaşması gereken aile, toplum ve kendi istekleri vardır. İkinci seçenekte kadın, sosyokültürel seviyesi ne olursa olsun, kaç yaşında olursa olsun, çoğunlukla ailesi tarafından suçlanmaya ve aşağılanmaya boyun eğmek zorundadır. Çocuğu ile beraber bir sığıntı olarak yaşamaya ve ailenin koyduğu kuralların dışına çıkmamaya mahkumdur. Hayatının kontrolü artık kendisinde değil, yakın çevresindedir. İsteklerini, ihtiyaçlarını ve beklentilerini hayat boyu baskılamak zorundadır ya da bütün özgürlüğünü yeniden ele alabilmek için, ya ailesinin istediği bir erkekle evlenmek zorunda ya da kendisini yeniden var edebilmek için, önemli düzeyde bir çaba sarf etmek durumundadır.
İşte bütün bu zorluklar içerisinde anne olmak, kadına ayrı bir sorumluluk ve zorluk getiriyor. Bir yandan kendi hayatını devam ettirmeye çalışırken, diğer yandan da iyi bir anne olabilmek için ayrı bir çaba göstermek zorunda kalıyor.Bu nasıl mümkün olabilir ki? Yapılan bütün bilimsel çalışmalar da göstermiştir ki, özellikle çocuğun 0-6 yaş gelişimi, kişilik gelişiminde önemli bir yer tutmaktadır. Anne-çocuk ilişkisi de ayrı bir öneme sahiptir. Mutsuz ve birçok çevresel zorluklarla uğraşan bir kadının anne olarak çocuğuna gereken sevgi ve ilgiyi göstermesi mümkün müdür? Bu savaş içerisinde kadının hayatı nerede başlıyor ve nerede devam ediyor? Bu noktada kadının iki önemli rolü öne çıkıyor; anne olmak ve kadın olmak. Aslında kültürümüzde eğer bir kadın anne olmuş ise kadınlığı ikinci plana atılmıştır. Önce anne olmak zorundadır. Bu bir zorunluluk olmakla birlikte bir kadın için içgüdüsel bir duygudur. Bu nedenle belki de o kadar da zor olmayan bir sorumluluktur fakat “kadın” olmak bir lüks, bir suç olarak karşımıza çıkar. Kendine ayırdığı vakti, arkadaşlarını ve çalışma saatlerini süzgeçten geçirmek zorundadır. Hatta, sıklıkla kadınlarımızın bu rolden vazgeçtiğini, kendilerini çocuklarına adadığını görürüz. Bu ne kadar hak ya da ne kadar doğrudur? Belki bu nedenle boşanma sürecini ve bu sürecin kadın, erkek ve çocuk için etkilerini daha detaylı ve hassasiyetle değerlendirmek büyük önem taşır.