Nelson Mandela ve İhanet Davası-II

Geçen sayıda Güney Afrika’da dayanılmaz hale gelen Apartheid rejiminin bakısından dolayı yapılan protestolar sebebiyle 156 kişinin tutuklandığını ve bunlardan birinin de Rolihlahla veya dünyada bilinen adıyla Nelson Mandela olduğunu anlatmıştık. Yargılamanın ne kadar asılsız delillere dayandığını belirtmiş ve ortaya çıkan hukuki komedyayı gözler önüne sermeye çalışmıştık. İlk Derece Mahkemesi’nin yaptığı yargılama sonucunda Mandela’nın da dahil olduğu African National Congress (Afrika Ulusal Konseyi) veya kısa adıyla ANC üyesi 30 kişi, vatana ihanet suçlamasıyla Yüksek Mahkeme’ye sevk edilirken, diğerleri hakkında beraat kararı verilmişti. Bu sayıda kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Asılsız iddialarla başlatılan hukuki komedya hızla devam ederken, ihanet davası; senaristleri açısından trajediye, aktörleri açısından ise ironiye dönüşmüştü. Kaçınımaz sonun gelmesi için 5 yıl beklemek gerekse de dava, Mandela ve arkadaşlarının zaferiyle sonuçlandı: karar, beraatti.

1959 yılına gelindiğinde Güney Afrika hükümeti, ülkeyi 8 etnik bölgeye ayıran Özerk Yönetim Yasası’nı çıkarır. Nüfusun %70’ini oluşturan siyahilere ülke topraklarının sadece %13’ünde yerleşme hakkı verilir. Bunun diğer ayağını da Eğitim Yasası oluşturuyordu ki bu da siyahi öğrencilerin gidebilecekleri üniversiteleri belirlemektedir. Tüm bu kargaşa içinde 3 Ağutos 1959’da, Yüksek Mahkeme davayı görmeye başladı. İki ayda 2000 doküman kayda geçirilirken, 210 tanık ifadeye çağrıldı.

Pelikan Dosyası (The Pelican Brief) denildiğinde muhtemelen hepinizin başrollerinde Julia Roberts ve Denzel Washington’un yer aldığı aklına 1993 yapımı olan filmi geldi. Ancak bu yazımızda filmden değil, filmin senaryosuna da ilham olan ve kendisi de bir hukukçu olduğu için hukuk-gerilim kitaplarında önemli başarılar elde eden John Grisham tarafından 1992 yılında yayınlatılan Pelikan Dosyası kitabından söz edeceğiz.

11 Ekim’de davayı yürüten savcı Oswald Pirow ölür. Sonrasında Savcılık makamı, kanıtları hızla toparlamak zorunda kalır. Bundan sonra ilk sahneye çıkan isim kendini komünizm uzmanı olarak tanıtan Profesör Murray’dir. Davanın başından itibaren ANC’nin tüzüğünün bir özgürlük deklarasyonu veya adeta bir başkaldırı olduğunu ileri süren Murray, savunmanın soruları üzerine iddialarından vazgeçerek, bunun Güney Afrika’nın kötü ve sert koşullarından kaynaklanan bir insancıl belge olduğunu itiraf eder. Bu itirafın ardından Savcılığın elinde ANC’nin şiddet taraftarı bir grup olduğuna dair hiçbir şey kalmaz ve fakat yine de davanın devamına karar verilir.

Savcılığın yeni hamlesi bir ses kaydı üzerine kuruludur. Burada bir ANC üyesi olan Robert Resha, şu sözleri söylemektedir: “Bu organizasyonun şiddet kullanmayacağı size söylendiyse bunu yapmalısınız… ama gerçek bir gönüllüyseniz ve sizden şiddet kullanmanız istenirse vahşi olmalı, öldürmelisiniz! Öldürmeli! Hepsi bu kadar.”

Ses kaydının Mahkeme’de son ses dinletilmesi üzerine, ülkedeki bütün gazeteler harfi harfine bu sözleri yayınlarlar. Amaç, Özerk Yönetim Yasası ve Eğitim Yasası’nın ortaya çıkardığı hassas durumun, bu sözler vasıtasıyla meşrulaştırılmasıdır. ANC’nin içinde iyi bir konuşmacı olarak bilinen Resha’nın sözleri belirgin bir şekilde kırpılmıştır. Konuşmasının içeriği, disiplin ve verilen emirlere itaat edilmesidir ancak kendisini ifade ederken heyecanlanarak ileri gitmiştir. Yine de tüm konuşma boyunca orada bulunanların tanıklıkları gösterir ki Resha, konuşmasında ANC’nin barışçıl bir grup olduğundan ve sadece insan haklarına uygun olan taleplerinden bahsetmiştir. Bunun üzerine söz konusu delilin bir önemi kalmaz ve Mandela ile arkadaşları bundan da sıyrılmayı başarırlar.

Artık Söz Sırası Mandela ve Arkadaşlarında

Tek tek çürütülen Savcılık iddialarından sonra sıra Mandela ve arkadaşlarının tanıklarını çağırıp savunmalarını yapmaya gelir ve ilk tanık Wilson Conco olur. Conco, tabii ki beyazların öncelikli olduğu Witwatersrand Üniversitesi’nde tıp okumuş ve yapılan ayrımcılıklara rağmen burayı birincilikle bitirmiştir. Conco’nun başarılarla dolu kariyeri anlatılırken, onunla aynı bölgeden olan Yargıç Kennedy’nin dahi bir beyaz olduğu halde gururlandığı, Mandela’nın dikkatini çekmiştir. Tamamen şiddet karşıtı olarak bilinen Conco’nun tanıklığı da ispatlar ki ANC’nin de şiddetle hiçbir alakası yoktur.

Diğer tanık Chief Luthuli’dir. O da ANC’nin şiddetle alakası olmadığını ve fakat barışçıl şekilde hakkını aramakla pasifizmin birbirine karıştırılmaması gerektiğini söyler. İlki, kendisine karşı takınılan her türlü haksız tavırda hakkını aramak manasına gelirken, ikincisi ise hiçbir şeye ses çıkarmamayı yeğler. ANC’nin yaptığı ilkinden yöne tavır almaktır. Gerek bunları anlatırken ve gerekse çapraz sorgulamada, Luthuli son derece sakin bir tavır takınmıştır. En son savcının dayanamayıp kendisini riyakarlıkla suçlaması üzerine de davada savunma ve iddia makamlarının ne kadar yanlış yerde olduğunu ispat eden o tespiti yapar: “Efendim, sanırım vahşileşiyorsunuz!”. Cevapsız kalan Savcılığın düştüğü zor durum, duruşmanın ertelenmesine yol açar.

Yüksek Mahkeme’de görülen dava son hızıyla ve olabildiğine adaletsizce devam ederken, Sharpeville’de yapılan katliam, hükümetin gerçek yüzünü ortaya serer. Siyahi işçilerin ülke içinde seyahat ederken pasaport göstermelerini zorunlu kılan Pasaport Yasası’nı protesto etmek üzere halk toplanır. Polis istasyonunun önünde gösteri yapan ve tek eylemleri pasaportlarını yakmak olan silahsız halkın üzerine hiçbir uyarı yapılmadan ateş açılır. Bunun sonucunda, 69 kişi ölür ve çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 400’e yakın kişi yaralanır. Olayın pek çok gazetenin manşetine taşınması üzerine, Güney Afrika’da olanlar dünya gündeminde büyük bir yer işgal etmeye başlar. Dünyanın her tarafında yapılan gösteriler sonuç verir ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ilk defa Güney Afrika’nın iç işlerine karışarak hükümeti ölümlerden sorumlu tutar ve derhal ırk ayrımcılığının sona erdirilmesi gerektiğini bildirir. 1990’da tarihe kara bir leke olarak gömülecek Apartheid rejimi için son artık başlamıştır.

Sharpeville Katliamı

Gösterilerden sonra 2000 Apartheid karşıtı, siyah beyaz ayırt edilmeksizin tutuklanır. Her ne kadar hepsi hapse düşseler de, burada dahi ayrımcılık yapılır ve beyazlarla siyahların hücreleri ayrılır. Yemeklerde dahi ayrımcılık yapılarak bir tarafa fazladan yiyecek verilir ki, bu taraf tabii ki beyazlardır.

Mahkumların Dayanışması ve Ardından Gelen Beraat

Tutuksuz yargılanan Mandela, Sharpeville katliamının ardından yaptığı açıklamalar nedeniyle tutuklanır. Gerek kendisinin ve gerekse arkadaşlarının avukatlarla görüşmelerine sıkıyönetim bahane edilerek izin verilmez ancak Berrange başkanlığındaki avukat takımının da buna karşı

Tutuksuz yargılanan Mandela, Sharpeville katliamının ardından yaptığı açıklamalar nedeniyle tutuklanır. Gerek kendisinin ve gerekse arkadaşlarının avukatlarla görüşmelerine sıkıyönetim bahane edilerek izin verilmez ancak Berrange başkanlığındaki avukat takımının da buna karşı cevabı gecikmez. Burada verilen yanıt, tüm bu haksızlığın ulaştığı boyut karşısında cevap niteliği taşımaktadır. Avukatlar yapılan adaletsizlikler nedeniyle herhangi bir savunma yapmayacaklarını ve Mahkeme’nin istediği cezayı verebileceğini açıklar. Sonrasında hepsi sessizce duruşma salonunu terk eder. Bu hamlenin ardından 5 ay sonra sıkı yönetim bitinceye kadar Mandela ve arkadaşları kendi savunmalarını kendileri yaparlar. Mahkumların buradaki stratejisi ise bu süreçte karar alınmaması adına yargılamanın sürüncemede bırakılması üzerine kuruludur. Hep birlikte hareket ermek isteyen mahkumların savunmalarını hazırlarken bir araya gelme talepleri defalarca reddedilir. Beklenen izin en son çıktığında ise rejimin trajikomikliği yine gözler önüne serilir: Mahkumlar savunmalarını hazırlarken bir araya gelebileceklerdir ancak siyah mahkumların herhangi bir şekilde beyazlara dokunması yasaktır!

Savunmalarının tutarlı olması adına bir araya gelen mahkumlar, kendi aralarında savcı, hakim ve avukatlar belirleyerek farazi duruşmalar gerçekleştirir.

Bu esnada bazı ironik hadiseler de cereyan eder. Bazı mahkumlar savcı rolüne kendilerini fazla kaptırır ve buna sinirlenen mahkum rolündekiler ise sürekli onlara gerçek savcı olmadıklarını hatırlatırlar. Bir diğer ironik hadise kadın mahkumların yaşlarının sorulmasıdır. Kadın mahkumlar, yaşları sorulduğunda genelde cevap vermekten imtina etmektedirler ki bu da mahkumların arasında gülüşmelere yol açar. Bununla birlikte bir yandan da birbirlerine işe yarayacak tavsiyeler vermekten geri durmazlar. Rejimin eğitim sisteminden dolayı beyazlar siyahlara göre daha eğitimlidir ve verdikleri tavsiyeler mahkemede çok işe yarar.

Avukatların izledikleri strateji her ne kadar istenilen yönde ilerlemese de sonuç verir. Yüksek Mahkeme’de yargılama yapıldığı için mahkumlardan sadece birinin kendi ve diğerleri adına avukatlık yapabileceği bildirilir ve bu kişi de Duma Nokwe olur. Bununla birlikte mahkumlar mahkemede sürekli birlik halindedirler. Hatta çapraz sorgulamalarda, savcının sorduğu soruların yanında, olayların açığa kavuşturulması adına birbirlerine sorular sorup cevaplandırılar. Bunu yaparken aynı zamanda çok dikkatli olmaları gerekmektedir, zira savunmada gösterilecek en küçük zaaf, yargılamanın en ağır şekilde aleyhlerine sonuçlanmasına yol açacaktır ki buna rağmen Mandela’nın önderliğinde tüm mahkumlar, her şeyi göze alarak tüm cesaretlerini ortaya koyarlar. Hatta bir duruşma esnasında hakim Rumpff ile Mandela arasında demokrasi tartışması da yaşanır. Rumpff’ın iddiası, siyahların eğitimsiz oldukları gerekçesiyle oy kullanmamaları gerektiğidir. Mandela’nın buna cevabı ise ülkenin bütün vatandaşlarının, menfaatleri doğrultusunda oylarını kendilerini en iyi şekilde temsil edecek kişi lehine kullabilmeleri gerektiği şeklinde olur.

Ağustosun sonunda sıkıyönetim kaldırılır. Avukatlar tekrardan duruşmalara girmeye başlar ve artık son kartlar oynanır. Afrika’nın en tanınmış profesörlerinden Prof. Mathews çağrılır ve siyahilerin haklarını Mahkeme’ye vakur bir şekilde anlatır. Mandela’ya göre Mathews’in savcılara karşı tavrı adeta şımarık öğrencilerine hadlerini bildiren öğretmen gibidir.

Yapılan pek çok baskıya rağmen sakinliğini koruyan Mathews, savcıların ANC’nin şiddet taraftarı bir örgüt olduğunu söylemesine yönelik baskılarına karşı savunmanın aslında davayı kazandığını ispat eden sözünü söyler: “Bana söyletmeye çalıştığınız şey, birincisi yanlıştır ve ikincisi tabii ki böyle bir şey söylemeyeceğim.”

Mathews salondan ayrılmaya çalıştığı sırada yargıç Kennedy elini sıkarak, daha iyi bir zamanda görüşmek dileğini iletip kendisinden randevu almaya çalışmaktadır.

Artık anlaşılmıştır ki kanıtların hiçbiri vatana ihanet suçlamasının altını dolduracak kadar güçlü değildir. Tüm mahkumlara ve tabii ki Mandela’ya yıllarca süren haksız bir yargılamanın ardından beraat kararı verilir. 29 Mart 1961 günü dava sona ererken, tüm anlatmaya çalıştığımız süreç, Apartheid rejiminde ilk defa siyahilerin devlete karşı kazandıkları zafer niteliğinde bir olay olarak tarihte yerini alır.

İlginç Birkaç Not

  • Yukarıda anlattığımız davanın ardından 1962’de tekrar tutuklanan Mandela, Rivonia Davası’nda yargılandı ve ömür boyu hapis cezası aldı. Ancak 1990’da serbest bırakıldı.
  • 1962’de tutuklandığında bulunduğu yerin hükümete CIA tarafından bildirildiği iddia edildi.
  • Kaddafi’nin Afrika Ulusal Konseyi’ni desteklemesinden kaynaklı aralarında derin bir dostluk vardı.
  • Aralık 2013’te vefat eden Mandela’nın 2008’e kadar Amerika’ya girmesi yasaktı.
  • Mandela’nın kabiledeki ismi “Rolihlahla”, gelecekte olacaklara ışık tutarcasına “problem yaratan” anlamına gelmekteydi.
  • Fidel Castro ile birlikte “How Far We Slaves Have Come!” adında bir kitap yazdı.
  • Denzel Washington’ın başrolünü oynadığı “Malcolm X” isimli filmde rol aldı ve filmin sonunda Malcolm’ın bir konuşmasını canlandırdı.

Yunus Emre Gül, 2017 yılında Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun…