Spor Hukukunda Güncel Gelişmeler

Merhabalar. MÜHF-MED ve H+ Dergi iş birliği ile gerçekleştirdiğimiz Akademi Sohbetlerinin üçüncü bölümüne hoş geldiniz. Herkesin malumu, Spor, son zamanlarda ülke gündemini en çok meşgul eden konulardan biri. Gönül isterdi ki Spor, takımlarımızın ve sporcularımızın ulusal- uluslararası başarılarıyla gündeme gelsin. Ancak özellikle Futbolda çok nahoş olaylara şahitlik ediyoruz. Bu olaylara hukuki bir bakış açısı sunmak adına çok değerli bir konuğu ağırlayacağız. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nil Karabağ konuğumuz.

Hocam öncelikle davetimize kırmayıp icabet ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim davetiniz için.

Türk sporunda var olan ve yıllardır süregelen sorunların çözümü bir yana bu sorunların katlanarak devam ettiğine şahitlik ediyoruz. Genel bir değerlendirme yapmak isterseniz Türk sporu nereye gidiyor?

Açıkçası Türk sporu dediğimizde herhalde daha çok futboldan söz ediyoruz gibi geliyor. Çünkü zaten bir kere milletçe futbola fokuslanmış durumdayız. Ağırlık alanımız orada. Bu başlı başına bir sorun aslında. Ancak futbolun içindeki sorunlara gelecek olursak doğruyu düşünmek yani doğruyu söylemek gerekirse, baktığınızda kimsenin sisteme güvenmediğini görüyoruz. Yani sisteme güvenmemekten kasıt, biz maçlardaki pozisyonlardan ya da futbolcuların performanslarından ziyade pozisyonları konuşur bir hale geldik. Burada da aslında hakem sorunumuz varmış gibi görünüyor. Ama kanaatimce bu bir hakem sorunu değil. Burada bu Spor dalını yöneten Federasyona karşı bir güvensizliğin olduğunu ifade edebilirim. Dolayısıyla bu güvensizlik nasıl ortadan kalkar diye düşünecek olursak, burada da yeni bir yapılaşmaya gitmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü yıllardır var olan bir sistem, kim gelirse gelsin bir güven tesis edemediğine göre bir yapılaşma sorunumuz var demektir diye düşünüyorum. Maalesef Türkiye’de Federasyonların tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda ciddi endişeler var. Biliyorsunuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aleyhimize görülen davalarda ihlal çıktığı da çok oldu. Bunun yanı sıra bu tarafsızlığın ve bağımsızlığın hukuki açıdan sağlanabileceğine dair güvenimiz de az. Yani aslında baktığınızda bugün, FIFA’dan örnek vermek gerekirse “Good Governance” prensipleri var. Buna ilişkin özel bir talimat var. Burada atanacak kişilerin, işte o kurullarda görev alacak kişilerin yaşından, kaç yıl boyunca nerede branşlaşmış olması gerektiğinden belirli bir yıl içinde belirli kimselerle hangi miktarda işi yapmamış olması gerektiğine kadar çok ince şartların olduğunu görüyoruz. Maalesef bizde henüz göreve atamalarda bu kadar ince elenip sık dokuyamıyoruz. Yani bunun bir hukuki zemini yok. Dolayısıyla buradaki düzensizlik ister istemez sahaya da yansıyor. Çünkü bizim bence sahada gerçek anlamda spor görmemiz için öncelikle, hem kulüplerin hem sporcuların gerçekten sporda başarı sağlayarak bir şeyler elde edebileceklerine dair bir inanca sahip olmaları gerekir. Bu inancı da sağlayacak olan muhtemelen ki hukuk düzenidir ve hukuk kurallarıdır. Bunların eksikliği bizi buraya getirdi diye düşünüyorum.

Programın video kaydına ulaşmak için aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz.

Aslında hocam bir çerçeve çizip genel bir değerlendirme yaptınız. Ben biraz daha işi derinleştirmek adına şunu sormak istiyorum: Şimdi hemen herkes, sporun, futbolun, özellikle de futbolun tüm süjeleri adaletsizlikten şikâyet ediyor. Bir diğer tarafın, rakibinin kayrıldığından bahsediyor ve bu adaletsizliğin de günün sonunda Türkiye Futbol Federasyonu Yönetimi ve Merkez Hakem Kurulunca atanan hakemlerden kaynaklandığı herkesin, adaletsizlikten şikayet edenlerin hemfikir olduğu tek konu. Çözüm adına aslında biraz değindiniz ama biraz daha spesifikleştirirsek neler yapılabilir? Burada diğer süjeler yani taraftarın da aslında biraz şapkayı önüne koyup değerlendirme yapması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Yani şimdi şöyle bir şey spor, bir tarafıyla aslında bir şov arenası… Taraftar buraya tabi ki eğlence amaçlı bakmak istiyor. Son zamanlarda kimseyi eğlendirmediği hususunda aslında hemfikiriz. Ben taraftarın tutumunun dahi ilgili federasyon tarafından kontrol altına alınabileceğini düşünüyorum. Çünkü orada ne yaşanıyorsa taraftar burada onu görüyor ve onu yorumluyor. Dolayısıyla sizin spor organizasyonu olarak taraftara ne gösterdiğinizin çok büyük önemi var diye düşünüyorum ve kendi adıma da hakemlere üzülüyorum açıkçası. Şundan dolayı üzülüyorum, bu hakemler sanki kendi kendilerine çıkıp oraya maç yönetiyorlarmış, kendi kendilerine yeterliliklerini kazanıyorlarmış gibi bir hava uyanıyor. Ne burada federasyon bir elini taşın altına sokup “ben hakemlerimize sahip çıkıyorum” diyor ya da diyebiliyor artık bilmiyoruz. Hakemler de bu şartlar altında çalışmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla Kulüpler ve Sporcular da şartların böyle olduğu bir arenada futboldan çok şova önem vererek taraftarı elinde tutmaya çalışıyor. Yani benim hani baktığım yerden bu biraz böyle görünüyor. Dediğim gibi burada sadece hakemlerin atanması ile ilgili bir sorun yok. Yani bu organizasyona bütüncül bakmak lazım. E diyelim ki yetersiz bir hakem atandı ve maç kötü yönetildi. E bundan sonra gerekli itirazlar yapıldığında ilgili kurulların ne şekilde karar verdiği de ciddi bir soru işareti ciddi bir merak konusu. Orada yapılan hata kurullardan doğru karar çıktığında yine yatıştırabilir hem kulüpleri hem sporcuları hem taraftarı. Yani ben burada hakemlerle sınırlı bir sorun olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Yani bir maçta yaşanan bir usulsüzlüğün akabinde verilen cezalar bile aslında orada o organizasyonun spora dair tutumunu gözler önüne seriyor Dolayısıyla Federasyonu bir bütün olarak değerlendirmek lazım ve burada hani hakemlerin günah keçisi ilan edilmesinin de -Hakemleri korumak gibi bir niyetim yok ama- bir faydası yok bize. Yani burada ilerlemek istiyorsak, orada organizasyonun topyekün bir bütün olduğunu ve bir aksaklığın aslında bütün organizasyonla alakalı olduğunu da görmemiz lazım.

Evet hocam şimdi sosyal medya diye bir realite var artık ve hayatın hemen her alanında çok etkili bir olgu. Sosyal medyanın sporda şiddeti körüklediği veya orada yaşanan tartışmaların sporda şiddete etkisi hakkında neler söylemek istersiniz? Şöyle bir ek yapmak istiyorum: Bu şiddetin önüne geçmek, orada yaşanabilecek hukuksuzlukların önüne geçmek adına hem Türk Ceza Kanunu hem dezenformasyon yasası benzer sair düzenlemelerin ve mevzuatın da burayı en azından biraz daha adamakıllı hale getirecek seviyede olduğunu düşünüyor musunuz?

Şimdi ben maalesef şiddet konusunda biraz farklı düşünüyorum. Özellikle kadın hakları alanında çok çalıştığım için şiddet, şiddetin etkenleri vesaire… Bu konularda birçok bilimsel araştırmaya bakma fırsatım da oldu. Şimdi bir defa sporda şiddet, sağlıkta şiddet, kadına karşı şiddet, akran zorbalığı… Bakın sürekli bir şiddet konuşuyoruz. Aslında var olan bir şiddet sorunumuz var. Buna belirli bir isim verip sanki sadece o alanda bir şiddet sorunumuz varmış gibi davranıyoruz. Ama benim geldiğim nokta şu: Şiddete karşı yasalarla savaş veremeyiz. Yani yasalar, aslında o sonucu bertaraf etmenin sadece ufak bir parçası. Bence sosyal medya, gerçekten insanları şiddete özendiriyor mu bilmiyorum ama var olan davranışlarına orada bir dayanak bulabiliyorlar. Orası çok güzel, çok kolay bir şiddet gösterme yolu… Oradan zorbalığınızı çok rahat, çok kolay yapabiliyorsunuz. Ancak böyle hani spor organizasyonlarından önce orada dahi çok böyle hızlı bir organize olunduğunu görebiliyoruz. Belki acaba orada bu kadar hızlı organize olmanın altında başka etkenler nedenler mi var ona bir bakmak lazım. Ama onun dışında bence oradaki şiddetin yaptırımlarla önlenmesi çok da mümkün değil. Orada bütüncül bir yaklaşım lazım. Yani bizim Türkiye olarak yani Türkiye’de yaşayan insanlar olarak genel anlamıyla şiddetle mücadele etmeye başlamamız lazım. Bence orası bizim aynamız aslında. Sosyal hayatımızda yaşadığımız şeyi görüyoruz orada. Öyle düşünüyorum.

Yani benim anladığım naçizane, hukuksal bir olgu olmasının yanında sosyolojik de bir durum olduğundan bahsediyorsunuz. 

Kesinlikle sosyolojik. 6284 sayılı kanunla mesela kadına karşı şiddet sanki sadece 6284 sayılı kanunla önlenirmiş gibi bir intiba var ülkemizde. Ama işte izlediğimiz filmlerden dizilere, reklamlara, siyasilerin söylemine, ünlü insanların söylemine baktığımızda artık hep böyle bir hodri meydan hep bir meydan okuma var. Şiddet maalesef bizim normal dilimiz haline gelmeye başladı. Burada artık bunun sebeplerini sosyolojik anlamda aramak lazım. Bence spor federasyonları, bu şekilde projeler geliştirmeliler. Yani şiddete karşı nasıl mücadele edilir? Yani burada sadece salt hukuki düzenlemelerle ilerleyemeyiz. Gerçekten sahada var olan şiddeti tespit edip bu nasıl bertaraf edilebilir, bu hangi davranışın bir tepkisi, bu tepki nasıl farklılaştırılabilir? Yani sosyolojik anlamda şiddetin üzerine eğilmiyoruz. Hukuk kuralları, yaptırım uygulamak demek aslında bastırmaktır. Bastırmayla da şiddetin bitmediğini zaten hepimiz görüyoruz.

Hocam şimdi aslında biraz klişe ama spor özellikle de futbol artık devasa bir endüstri. Çok büyük paraların döndüğü, çok büyük assetlerin olduğu bir ortam. Hani şiddet bir sorun evet burada bu sefer de bu büyüme ve endüstrileşme bambaşka sorunları gündeme getiriyor.   Personel ve sporcuların ücretlerini ödemeyen kulüpler, borç batağındaki kulüpler, hacizlerle icralarla muhatap olan spor kulüpleri… Sporda bir yönetici sorunu olduğunu düşünüyor musunuz? Şöyle de bir ek yapayım izninizle: Futbol ekonomisinin yönetimi hususunda yapılabilecek herhangi bir hukuki düzenleme var mı? Bu konuda fikirlerinizi almak isterim.

Teşekkür ederim. Sporda biliyoruz ki daha önce spor kulüpleri dernekler olarak organize ediliyordu, teşkilatlandırılıyordu. Daha sonra bir yasa getirilerek spor kulüplerinin artık dernek olarak değil de spor kulübü adı altında yepyeni bir tüzel kişilik olarak organize edilmesini uygun gördüler. Burada da zaten yasanın kendi gerekçesinde de şunu ifade ediyor dernekler diyor “bu tür bir yapıya uygun değil”. Şimdi dernekler neden buna uygun değil? Çünkü artık orada amaç sadece para kazanmak. Sadece spor göstermek ya da sporcu geliştirmek değil. Amaç para kazanmak. Para kazanmak yani bu işten gelir elde etmek sporun önemli bir parçası haline geldi.  Bu gerçekten kötü bir şey mi bilmiyorum. Belki aslında sporu da geliştiren bir şey bu. Ekonomiye de bir katkısı var. Ama bizim hukukumuzda maalesef dernekler sanki ekonomik gelir elde etme amacıyla kurulamazmış gibi bir kanı var. Oysa yurtdışında çok iyi kuruluşların aslında dernek olarak teşkilatlandığını da görüyoruz. Burada yapılan yanlış bence Dernekler Yasası’nın değiştirilerek derneklerin ticarete elverişli bir hale getirilmesi yerine işte Spor Kulübü ve Spor Anonim Şirketi adı altında iki farklı yapıya gidilmesi oldu. Bu bence hukukta bir karışıklık yarattı. Bunun yanı sıra örneğin mesela Türkiye Futbol Federasyonu’nun kulüplerin finansal sürdürülebilirliklerini kontrol etmeye ilişkin birtakım kriterleri talimatında düzenlediğini ve bunu uygulamaya çalıştığını görüyoruz. Demek ki burada bir kontrol gerekiyor. Bu sadece bizim ülkemizde değil aslında birçok ülkede böyle. Burada bir kontrol gerekiyor. Fakat bu kontrolün nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği hususunda daha titiz düzenlemelere ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Bu düzenlemelerin yapılmaması uzun vadede yalnızca kulüplere değil aslında kulüplere, futbolculara ve günün sonunda futbolun kendisine zarar veriyor. Bir kere, sahada müsabakaya çıkan bütün takımların ve futbolcuların gerçekten tek derdi futbol mu, bu bütün dünyada büyük bir soru işareti olmaya başladı. Çünkü biliyorsunuz “bahis” denilen hususun yasallaşmasıyla burada ciddi anlamda artık denetimlerin sıklaştırılması ve buna yönelik düzenlemelerin sürekli güncellenmesi gerekiyor. Çünkü güncel hayatta parayı yönetme, para kazanma, yatırım yapma gibi araçlar değiştikçe bunların aslında hukuki düzenlemelere de yansıması gerekiyor. Dolayısıyla burada bu finansal sürdürülebilirlik Federasyonlar tarafından denetlenebilir. Ama gerçekten, spor kulüpleri ve spor anonim şirketlerinin o kulübün nasıl yönetildiğini şeffaf bir biçimde gösteren bir hukuki yapıya kavuşması da amaca önemli şekilde hizmet edecektir diye düşünüyorum. Bunun yanı sıra sporun süjelerini en başta futbolcuların,  antrenörlerin gelirlerini zamanında ve süresinde elde etmesi için bence artık dava açılması dışında birtakım ek tedbirlere başvurulması gerekiyor. Ama bu yine apayrı bir konuya girmiş oluyoruz burada. Bilmiyorum isterseniz burada sözü tekrar size bırakayım.

Aslında hocam tam da ona ilişkin hemen küçük girizgâh yaptınız. Güzel de bir pas oldu. Profesyonel sporcuların, futbolcuların sözleşmelerinde ücrete ilişkin çok kıymetli bir çalışmanız var. Hani sadece futbolda değil tüm branşlarda -bu az önce de bahsettiğimiz- ödeme sorunları, sözleşmeye aykırılıklar ve bunların sonucunda sözleşmeye aykırılıktan hem yerel organların hem de Uluslararası Spor Tahkimin, kulüplerimize çok ciddi cezalar verdiğine transfer yasaklarından tutun daha başka daha başka türde cezaların verildiğine şahit oluyoruz.  Hem sporcu-kulüp karşılıklı sözleşme sürecinden hem de bu sözleşmeye aykırılıklar sonucunda yaşanabilecek durumlardan biraz bahsederseniz çok memnun olurum.

Teşekkür ederim. Şimdi şöyle kulüpler ile sporcular arasındaki sözleşmeye biz hizmet sözleşmeleri diyoruz. Yani burada aslında bir hizmet sözleşmesi var. Bu İş Kanunu’na tabi değil. İş Kanunu bunu kapsam dışı bıraktığı için, Türk Borçlar Kanunu’na tabi olan hizmet sözleşmeleri. Şimdi bu röportajımızın hani okunmasında sadece hukukçuların değil hukukçu olmayanların da daha rahat anlamasını sağlamak adına biraz daha özenle seçeyim kelimelerimi. Şimdi hukukta hizmet sözleşmesinin özel olarak düzenlenmiş olmasının sebebi, aslında işçilerin korunmaya muhtaç olmalarıdır. Hani biz televizyondan baktığımızda belki çok korumaya muhtaç futbolcular görmüyoruz gelirleri çok yüksek olduğu için. Ama burada gelirin düşüklüğü yüksekliği dolayısıyla değil aslında, o kişinin kulübe olan bağımlılığı dolayısıyla korunmaya muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü işte sporda kişi hiç etki etmediği bir organizasyona dahil oluyor. Dolayısıyla onun şartlarını kabul ediyor. Öyle ki kulüplerin, sporcuların başarısı veya başarısızlığı üzerinde çok büyük etkileri var. Dolayısıyla orada korunmaya muhtaç bir süje olduğunu söyleyebiliriz. Bizim düzenlemelerimize göre bir futbolcunun ücreti ödenmediğinde elbette ki sözleşmeyi fesih hakkı var. Ama sporda liglerin stabilitesini korumak istiyoruz. Yani korunmak isteniyor. 

Devamlılık açısından…

Evet bir lig nasıl başladıysa, bir lige her bir takım hangi kadroyla başladıysa o kadroyla devam edilsin isteniyor. İşte bunun faturası, özellikle daha alt liglerde biraz tabi ki futbolcuya çıkıyor. Çünkü zaten futbolcu, patronu durumunda olan kulübü, çok da güzel, yani çok da böyle rahat uyaramıyor, ihtar edemiyor. Çünkü kadro dışı kalabilir. Bu da bir etken. Sporcunun oynayıp oynamaması bile kulübün iki dudağının arasında. Bu aslında çok normal. Çünkü başarı veya başarısızlık kulübe mal edileceğinden, burada elbette ki karar verici kulüp olmalı. Ama kulüp de denetlenemiyor. Şimdi bu futbolcuya kızdı da mı çıkardı kadrodan, yoksa gerçekten kadrodan çıkarma ihtiyacı var mı? Dolayısıyla aslında bence talimatlara bunlara ilişkin özel koruyucu düzenlemeler getirilmesi icap eder diye düşünüyorum. İşte sporcuların ücretlerinin belirli aralıklarla mutlaka ödenmesinin gerektiği… Çünkü nasıl gidip de kulübün yüksek miktarda kredi çekmesine müdahale edebiliyoruz, o noktada işte transferlerine karışabiliyoruz, burada da bir kredi çekiliyor. Kimden çekiliyor? Sporcudan çekiliyor. Şimdi bunlara ilişkin düzenlemeler getirilebilir. Mesela FIFA talimatlarında bir futbolcunun sözleşmesini fesih etmesi için en az 2 aylık ücretinin ödenmemiş olması gerekiyor. Mesela orada o stabiliteyi veya ligin devamlılığını sağlamak için futbolcudan 2 aylık bir fedakârlık alınıyor. Ancak dediğim gibi bu fedakârlık alınabilir. Ancak futbolcunun da uyardığı zaman kulübü, hemen kadro dışı kalmamasını temin etmeye ya da belki sporcunun uyarmadan dahi belirli aylar içerisinde mutlaka bir ücret ödemesi almasına ilişkin düzenlemeler getirmek mümkün olabilir. Çünkü sporcunun ekonomik durumunu koruduğumuz noktada aslında sporu da korumuş oluyoruz. Yani sağlıklı bir ortam, rekabetin ahlak ve hukuk kuralları çerçevesinde korunduğu bir ortamı sağlayabilmemiz için sporun süjelerinin emek vererek emeklerinin karşılığını almaları gerekir ki başka noktalara tevessül etmek zorunda kalmasınlar ve gerçekten bu alanda kalabilsinler, bu alanda kendilerini geliştirebilsinler. Hani o yüzden ilk sorunuza da öyle cevap verdim. Yani hukuk kurallarının aslında bir amacı var. Bir federasyon ne kadar sağlıklı işlerse, orada o alana o kadar çok sporcu kazandırabiliriz ve o alanda o kadar çok başarı elde edebiliriz.

Aslında işin hukuki kısmının yanında bu sorunların biraz da sosyolojik boyutu olduğundan bahsetmiştiniz. Ocak ayı içerisinde İstanbul Barosu Spor ve Spor Hukuku Komisyonu olarak Sporda Güvenlik ve Şiddet konulu bir panel düzenlemiştik. Orada bulunan dört konuğumuz, moderatörümüz, hatta sunucu -sunuculuğunu da ben üstlenmiştim- altı erkeğin bu konuda hemfikir olduğu tek bir şey vardı. Hepimizin Sporda Güvenliğe ve Şiddete ilişkin farklı görüşleri olmasına rağmen spordaki yönetici, taraftar, sporcu yani aklınıza gelebilecek sporun her süjesinde erkek yerine kadın sayısının artmasının da bu işin çözümünde çok etkili olabileceği konusunda hemfikirdik. Tabi bununla ilgili çok sayıda bilimsel araştırmalar da var yani burada cinsiyete ilişkin, spordaki şiddetin erkeklerin bu kadar fazla olduğu bir yerde körüklendiğine dair de çok ciddi çalışmalar hem yerelde hem uluslararası bilim alanında mevcut. Bu görüşe katılır mısınız? Zaten biraz değinmiştiniz ama sporda katılımcı kadın sayısı arttıkça şiddetin biraz azalması mümkün müdür?

Şimdi şöyle, aslına bakarsanız toplumsal cinsiyet eşitliğini her alanda sağlamamız lazım. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamamız lazım dediğimizde daha çok sanki böyle kadınlar lehine bir şey yapıyormuşuz gibi bir durum ortaya çıkıyor. Elbette kadının mahrum bırakıldığı her ortamda, her iş hayatında aslında en temel insan hakları ihlal ediliyor. Ama şu açıdan hiç bakmıyoruz; toplumun, örnek veriyorum yarısı kadın yarısı erkek olsun, yarısını eve koyduk sen orada kendi kendine oyalan diyoruz. Diğer yarısıyla ekonomiyi, sporu, her şeyi halletmeye çalışıyoruz. Bir kere var olan gücümüzün yarısından vazgeçmiş oluyoruz. İşin ilginç tarafı burada kullanmak istediğimiz popülasyonu da aslında onlara emanet ediyoruz. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliği geniş anlamda bir kere bir milleti kısırlaştırır, geriye götürür. Yani burada kadınlarla ilgili bir mevzu bahis değil. Yani kadın meselesi aslında geniş anlamda vatan millet meselesidir. Bugün kalkınma hedeflerine baktığımızda, örneğin Birleşmiş Milletlerin Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine baktığımızda, Ekonomi, Sağlık, Eğitim gibi önemli kriterlerin yanında toplumsal cinsiyet eşitliğinin de bir hedef olarak görüldüğünü yani koyulduğunu görüyoruz. Şimdi dolayısıyla toplumun her kesiminin her alanda var olması elbette ki güzellik ve sağlık getirir, başarı getirir. Ama kadının varlığı tek başına şiddeti engeller mi şiddeti nötrler mi açıkçası bunu bilmiyorum. Çünkü bu kadına karşı yapılan ayrımcılık, kadının benliğinde ve yapısında da ciddi bir deformasyona yol açıyor. Kadınlarda maalesef erkek gibi davranma, toplum tarafından kabul görmek için erkek gibi davranma ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Yani sanki böyle maça gittiğinizde küfür etmek zorundasınız. Maça gittiğinizde erkek gibi davranmak zorundasınız. Dolayısıyla ama bizde de toplumsal cinsiyet eşitliği oturdukça, kadın da kadın olarak değerli olduğunu toplum tarafından bu kendisine hissettirilerek öğrendikçe anladıkça (ki aslında her birey kendi kendine de anlayabilir ama çok kolay değil bu aşamalara geçmek) dolayısıyla her iki cinsiyete ilişkin algılar yerine oturdukça bu dediğiniz işlev yerine gelebilir diye düşünüyorum. Ben kendi olduğum birçok kurumda oraya laf olsun diye 2-3 kadın koyalım gibi bir tutum görüyorum. Sonra siz orada söz sahibi olmak istediğinizde “Canım benim, biz seni buraya yani güzel görün diye koyduk, hani böyle bir barış ortamı varmış gibi görünsün diye koyduk. Senin sesin de çıkıyor” işte bu muameleyi görecekse kadınlar, o zaman çok da amacına ulaşmıyor. Ama böyle böyle olacak. Bu bir mücadeledir. Bu medenileşme mücadelesidir. Böyle böyle olacak ve biz bir gün inanıyorum ki burada -normal eşitliği diyeyim normalliği demeyeyim- bir gün eşitliği yakalayacağız. Ama elbette ki kadının her ortamda kadın olarak bulunmasının çok büyük bir faydasının ve etkisinin olacağını ben de düşünüyorum.

Verdiğiniz insan gücü, popülasyon örneğiyle bile farklı bir bakış açısını kattığınızı düşünüyorum bana. Teşekkür ederim. Aslında biraz da röportajımız sonlarına geliyoruz. Kapanışta hem böyle bir genel değerlendirme hem son sözlerinizi alırken şöyle bir durum var. Özellikle hafta sonları Lig müsabakaları oynanıyor, rakip takımın taraftarları eğer o organizasyon yani o müsabaka hangi statta hangi semtte oynanıyorsa orada bir karagece olduğu bir adaletsizliğin bir sıkıntının olduğundan bahsederek sosyal medyada amiyane tabirle yardırıyor. O kadar çok yorum ve tweet geliyor ki bir yerden sonra ülke gündeminin en üst tepesine yerleşiyor. Genel kapsamda değerlendirecek olursak hem de son sözlerinizi almak adına futbolda kara geceler bitecek mi? 

Şimdi futbolda kara geceler bitecek mi? Umut edelim umut edince oluyor. Ama şu şimdi sosyal medya onu yapıyor da televizyonlardaki futbol programları ne yapıyor diye sormak istiyorum size. Gerçekten ben o insanlara o kadar özeniyorum ki o futbol programlarında 6-7 işte erkeğin bir masaya oturtulduğu programlara çok özeniyorum. Gerçekten içinizden geleni söyleyerek ekonomik gelir elde ediyorsunuz. Oraya da baktığımızda bu zaten körükleniyor aslına bakarsanız. Yani sosyal medya demeyelim medya da bunu körüklüyor. Dolayısıyla bunların hepsi birbirine bağlı. Yani bir yeri düzeltmeden diğerini düzeltmemiz çok da mümkün değil. Hatta daha da temelden başlayayım. Spor bizim sadece hafta sonu izleyeceğimiz bir şey olmamalı. Anlatabiliyor muyum? Yani Milli Eğitim Bakanlığı müfredata gerçekten sporu yerleştirmeli. Biz çocuklarımızı spora yazdırırken “Allah’ım biz bu paraları nasıl ödeyeceğiz” diye düşünmeden branşlar bulabilmeliyiz. Mesela şehrin meydanlarında kışın buz pisti olsun. İnsanlar azıcık bir ücretle çocuklarını orada kaydırabilsinler. Spor ahlakının tabana yayılması için sporun kendisinin tabana yayılması lazım. Yani okullarda minderde takla atmanın üstüne çıkmalıyız artık. Çünkü Dünya orayı çoktan aştı. Biz de aşmalıyız ya da işte çocuklarımız spor dersinden çıkarılıp da “gel senin Matematiğin iyi değildi ben sana biraz matematik çalıştırayım” olmamalı. Yani o yüzden her şey birbiriyle bir bütün. Spor kültürü bizde oturduğunda, şu an spor sadece izleyerek böyle deşarj olduğumuz bir aktivite gibi bunu aşması lazım sporun. Hayat tarzımıza inmesi lazım.  Bu durumda bence spora olan bakış açımız da değişecek diye düşünüyorum. 

Hocam çok teşekkür ederim.  

Estağfurullah. Ben teşekkür ederim. 

Kıymetli H+ izleyicileri, Akademi Sohbetlerinin 3. Bölümünü de bu şekilde tamamladık. Kıymetli Hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Türk sporu adına faydalı olması dileğiyle. Hoşça kalın.